Kahtalı Mıçı'nın 40 yıllık sanat öyküsü..


Efendiliğiyle, Duruşuyla,Sanatıyla ve Özgünlüğüyle Adıyamanlılar dahil herkesin günlünde taht kuran,Müziğe 40 yılını veren değerli sanatçımız KAHTALI MIÇI vefasızlıktan şikayet ederek: Ben Adıyaman'ı 40 yıl sırtımda taşıdım ama ADIYAMAN BENİ 40 GÜN TAŞIYAMADI..! VEFASIZLIK; 40 yıl boyunca memleketime laf getirtmedim.Ama zora girince Adıyaman beni kırk gün taşıyamadı.. Eğer bunda darılan kırılan varsa gelsin konuşalım. Belki tek tük olmuştur ama bu sayı on kişiyi geçmemiştir. Allah o adamlardan razı olsun, tuttukları altın olsun. İsim vermiyorum ama onlar kendilerini biliyorlar. Adıyaman’da benim hayatım geçti, en güzel yıllarım geçti ve çok ta severim. 40 seneyi geçti sanırım. Biz Adıyaman’ı sırtımızda taşıdık. Aman dedik memleketimize yanlış kelime bile söylenmesin, yüz kızartıcı bir şey olmasın aman ha aman. Ben hep bunlara önem verdim. KÜRTÇE TÜRKÜ; Kürtçe Türkü okudum diye dayak yedim, Sivas’a Malatya'ya sürüldüm. 12 Eylül döneminde işkence gördüm. O zaman pirin palas vardı. Ben orada 1,5 ay kaldım. Ergenekon komutan vardı.(12 eylülde Adıyaman sıkıyönetim komutanı Necabettin ERGENEKON) Çok dayak yedik. O dönemlerde çok insan gitti, kayboldu, sakat kaldı. Çok kötü günlerdi. Benim bu kulağımın zarı deliktir (sol kulağını gösteriyor). İşkencede de darbe aldım, Ergenekon vurdu.Böyle bir insan olmaz. Ne saygı, ne sevgi vardı, Adıyaman’a çok zulüm etti.Çok terbiyesiz bir insandı, sokak ortasında insanları döver saçı sakalı bıyıklarını keserdi. Adıyamanlılara çok çektirdi.

post

 17    2016-10-24  


İsminiz Mustafa ancak, herkes sizi Kahtalı Mıçı diye biliyor.Neden Mıçı?

-Evet, ismim Mustafa ama biliyorsunuz ki bu bölgede Mustafa’ya Mıçı diyorlar. Kahtalı ismimi Adıyamanlılar kurdu. İsmimden hiç rahatsız olmadım.Yıllar önce ilçelerde lise yokken sevdiğimiz abilerimiz, büyüklerimiz işte. Bizde onların yanına giderdik, ekmek götürürdük bize harçlık verirlerdi. Adıyaman şartlarında o zaman bana “Kahtalı geldi, Kahtalı geldi” diye söylerlerdi.İsmimiz Kâhtalı Mıçı olarak kaldı.

Peki, müziğe nasıl başladınız? Çocukken varmıydı böyle bir isteğiniz?

_ Çocukken müziği çok severdim. Yıldıramadılar yani beni müzikten. Kahta’nın yerli bir ailesinin çocuğuyum ben. Babam çiftçilik ederdi. Topraklar bizim değildi ama sürerdik, ekerdik öyle çalışırdık. Babam çok çalışkandı. Durumumuz çok iyi değildi, geçimimizi zor sağlıyorduk ama babam bizi kimseye muhtaç etmedi.

O dönemden kalan tatlı bir anı, unutamadığınız bir olay var mı?

_ Ağaçlara çok çıktım, türkü söyledim. Mesela o zamanlarda bağlarda hayma yaparlardı. Onların üzerine çıkar türkü söylerdim. Tam bilmiyordum türküleri işte biraz ondan biraz bundan. Ailem çok kızardı türkü söylüyorum diye, çok önümü kesmeye çalıştılar ama ben yine de çok seviyordum ve çektim gittim. Bir süre sonra geri geldim ama Kâhta’ya gitmedim Adıyaman’da kaldım. Rahmetli şefik yıldırım abi vardı. “gel la Mıçı ben seni Ankara’ya götüreceğim” dedi. Öyle devam ettim yani. O zaman kursa falan gitmedik. Halk eğitimi vardı. Düğün yaparlardı orada söylerdik. Öyle para karşılığı değil ha elesine. İplik fabrikası vardı, orada etkinlik yaptıkları zaman bizi de çağırırlardı. Aziz çelik hoca var ya? Röportaj da yapmışsın, bana göre çok iyi bir müzisyen, çok iyi bir bestekâr. Aziz hocanın müzik anlamında bana çok emeği olmuştur yani. Aynı zamanda da onun küvresiyim. Onun için çok saygılar sunuyorum aziz hocama. Yararlı bir insandır. Onunla başladık. Sonra hasan duymaz vardı. Benim asker arkadaşımdır kendisi. O da şu sıralar hasta Allah şifalar versin Hasan Duymaz’a. Hasan Duymaz’da Adıyaman için bulunmaz bir nimet. Hem müzik olsun, hem arşiv olarak çok iyidir.

ilk plağınızı nerede ne zaman yaptınız?

_ Ben nevzat abinin yanındaydım, doktor nevzat’ın. Askerden 1974’ün sonunda geldim. O sene ilk kasetimi yaptım. O büyük makaralı teypler var ya? Onunla ilk kaydımızı yaptık. Daha sonra beden terbiyesine girdim, şimdiki adıyla spor il müdürlüğüne. 10 yıl kadar orada çalıştım. İşte orada çalışırken aziz hoca, hasan duymazla birlikte altyapımızı yaptık. 80’li yılların başında Kürtçe türkü söylemiştim. Ondan dolayı bizi bayağı hırpaladılar. Sivas’a sürdüler. O dönemlerde evlendim. 4 tane çocuğum var. Onların hepsi İstanbul’dalar. İşte müzik yaşantım öyle devam etti.

İlk çıkış parçanız hangisiydi? Genel olarak İnsanlar sizi hangi şarkıyla tanıdı?

_ O dönemlerde en çok Mahsuni Şerif’in eserlerini okurdum. Hangi türkü meşhur ise kasette bir iki tane onlardan okurduk.

Kürtçe kasete gelelim. Türkü okudunuz ve başınıza birçok olay geldi. Biraz anlatır mısınız?

_ Kürtçe okudum diye dayak yedim, Sivas’a sürüldüm. 12 Eylül döneminde işkence gördüm. O zaman pirin palas vardı. Ben orada 1,5 ay kaldım. Ergenekon komutan vardı.(12 eylülde Adıyaman sıkıyönetim komutanı Necabettin ERGENEKON) Çok dayak yedik. O dönemlerde çok insan gitti, kayboldu, sakat kaldı. Çok kötü günlerdi.

O dönemde sizde kalan bir iz var mı?

_ Var tabi olmaz olur mu? Mesela benim bu kulağımın zarı deliktir (sol kulağını gösteriyor). İşkencede de darbe aldım, Ergenekon da vurduğunda oldu tam hatırlamıyorum ama böyle bir insan olmaz. Ne saygı, ne sevgi, Adıyaman’a çok zulüm çektirdi.Çok terbiyesiz bir insandı sokak ortasında adam döver saçı sakalı bıyıklarını keserdi. Adıyamanlılara çok yanlış yaptı. O zamanlarda şarkı yaptığımı hatırlamıyorum ama arkadaşların yaptığı eserleri okumuşumdur. Mesela biz Kahtalılar edebiyatı çok severiz. İyi şiir okuruz. 12 eylül’den sonra 1 sene 6 ay hapis cezası aldım. 12 ay yatacaktım ama gözetim süremi de saydırdım. Aziz hocaya söyledim durumu o da gidip komutana anlatmış. Komutan benim adımı listede aramış aramış bulamamış. Demek ki Allah muhafaza o zaman gitseydik kesemizden giderdik. Yani kimsenin haberi bile olmaz dı. Pirin palas’ta 1,5 ay kalmışsın ama defterde ismin yok! Böyle bir şey var mı? Daha sonra bu defa Malatya’ya sürüldüm yine gözetim cezası. Sürgün yani. O zaman da bir ay kaldım. Rahmetli Turgut Özal gözetim cezalarını kaldırınca oradan işi yırttık. Geri Adıyaman’a geldim. 88’di galiba. Evim yandı bu seferde. Televizyonum patladı. Ters giderse gider ya gardaş. Aynen öyle işte. Sonra “burası bana göre değil” dedim ve çektim İstanbul’a kaset yapmaya gittim. O zamandan beri hep İstanbul’da kaset yaptım. O zamanlar kışın pavyonlar vardı orada çalışırdım, yazın da lunaparklarda, gazinolarda. Eskiden pavyonda çalışınca kışın yeniden pavyona gitmek olmazdı yani sanat olarak biterdin. İstanbul’a gittik işte dedik: “boğulacaksak büyük denizde boğulalım” basın orada, piyasa orada işte halen ordayız.

Geçenlerde bestekar Aziz Çelik ile yaptığımız röportajda Adıyaman’ın vefasızlığından şikayetçiydi. Aziz hoca: “ben kendimi dünyaya tanıttım ama Adıyaman’a tanıtamadım”. diye dert yanmıştı.Siz ne dersiniz bu konuda?

_ Aslında çok güzel bir şey söylemiş. Şimdi bunu bütün Adıyaman’a mal edemeyiz. Mutlaka çok güzel abilerimiz, insanlarımız vardır. Derler ya: “çobana kızarsın, bütün sürüyü dağıtırsın” bu öyle bir şey değil. Kürtçe bir laf vardır sen daha iyi bilirsin, Türkçesi: “avluda biten ot, acı olur” diye. Bizim ki de gerçekten böyle. Biz aziz hocayla birlikte Adıyaman’a hayatımızı verdik, müzik olarak ta, insan olarak ta. Birilerinin işi düşse giderdik, halletmeye çalışırdık. Yapardık, çalışır çabalardık. Para karşılığı değil ha sakın yanlış anlama ben sanatı sanat olarak yaptım. Para için yapmadım. Tabii ki para herkes için önemli, paraya herkesin ihtiyacı var ama benim için dostluklar hep ön planda gelir.

Müzik piyasasına "vefasız alem "derler katılıyor musunuz?

_ Bana göre 30 yıl öncesi daha iyiydi. Şimdi sanat müziğine, halk müziğine ilgi yok. Bir insan örfünü, adetini kültürünü kaybederse olmaz. Biz müziğin hiçbir türüne karşı değiliz. Müzik evrenseldir. Ama her müzikte bize göre değildir. Mesela halk müziği dalı olsun, sanat müziği olsun. Eskiden insanlar ağıt söylerdi. Destan türünde. Şimdi bunlar yok mesela, kimse söylemiyor. Ben çocukken Kahta’da selim amca diye biri vardı,(Keftıreli Mehmet canu selim) çok güzel Dengbej söylerdi. Tüylerim diken diken olurdu dinlerken. Şimdi nerde böyle adamlar. Benim bildiğim müzikte de sanatta da siyaset olmaz. Başladığı zamandan beri bir çizgide gitmişlerse sorun yok ama şimdiki sanatçılara bakıyorum siyaset gruplarına çok takılıyorlar.

Bugünlerde yeni bir çalışmanız var mı? Neler yapıyorsunuz?

Tabi ki… 3.5 ay önce yeni albümüm çıktı. Fırsat olmadı yoksa size de bir cd’mi hediye edecektim ama sonra inşallah. 8 eserlik bir CD. Halk müziği tadında, çok güzel bir şiir var içerisinde. Mesela sanat müziği eseri var çok eski, bana sanat müziği okuyabiliyor musun diye soruyorlar ama okuyorum. Çocukken öğrenmişiz. Biz sanat müziği sazlarıyla büyüdüğümüz için, programlar, kasetler yaptığımız için Adıyaman’da türküyü de, gazeli de sanat müziğini de söylerim. Yani şimdiye kadar pop müziğin dışında her şeyi söyledim. Benden sonra Adıyaman ağzıyla gazel söyleyen yoktur. Bi Dellal metin var mesela ben de çok severim dellal metin’i. Gazel türünü fena okumuyor ama bizden sonra gelen nesil okumalı, öğrenmeli. Ama okuyamıyorlar maalesef. Kınamıyorum da yanlış anlaşılmasın ancak gazeli iyi okuyamıyorsan, bilmiyorsan bırak, okuma. Hakkını ver yani. Hakkını veremediğin zaman da bükemediğin bileği öpeceksin. Bi dönemde ulusal gazetelerde yaptığım röportajlarda bana “sen İbrahim Tatlıses’e rakip misin” diye sorarlardı. Dedim “yav o ayrı ben ayrı” şimdiye kadar İbrahim Tatlıses’e rakibim diye hiç söz söylemedim. Öyle şey olur mu?  Bana göre İbrahim gibi bir sanatçı Türkiye’ye daha gelmedi. Bazı sanatçı arkadaşlar var isim vermeyeceğim, çok kıskançlar. Birbirlerini çekemiyorlar. Yav ayıptır çekememezlik nedir yav, bu adam senden iyi okuyorsa ona saygı duyacaksın. Zaten kimi iyi okuduğuna halk karar veriyor. Bazen ben Adıyaman’a gelip gidiyorum valla utanıyorum yav. Birbirlerinden doğru dürüst konuşan bir sanatçı görmedim daha. La oğlum ortada bişey yok, sen git işine bak. Senin türün ayrı onun ki ayrı. Herkesin ses rengi ayrı yav. Bu çok ayıp bir şey. Ben bu yaşa geldim ama bende böyle bir şey olmadı. Bir insan niye başkasını kıskanır? Özgüveni olmadığı için. Bazıları diyor ki; abi buraya gelsen reklam olurdu” la oğlum benim bu saatten sonra reklama ihtiyacım yok. Neysem buyumla.

Mustafa abi bir şey daha soracağım. Müzikte hak eden mi belli bir yere geliyor? Yoksa bu işte de alavere dalavere var mı?

_ Var canım olmaz olur mu? Benim sahibim olaydı göreydin o zaman. Ben buralara dişimden tırnağımdan geldim. İlk dönemlerimde sahibim olsaydı bana kimsenin gücü yetmezdi. Bu işin içinde ohooooo neler var neler. Firmalar bizim sırtımızdan dünyanın parasını kazandılar. Biz sonradan öğreniyoruz ki ne paralar kazanmışlar. Mesela Antepli bir firmam vardı İstanbul’da. Zannediyordu ki biz bir şey bilmiyoruz. Ben diyordum ki ona: la oğlum sen zannediyorsun ki ben bişey bilmom. Aklımız her şeye yetiyor ancak köprüden geçene kadar bişey diyemiyoruz. Sana hakkımı da helal etmiyorum. Bana ne vermişsin söyle bakalım. Biletimi kesiyordun, iki üç günde otelde kalıyordum o kadar. Bir sürü emlak aldın, köşk aldın” diye. Onun için bu piyasa da çok filimler var. Korsancılık zaten bir dönem öldürdü bizim piyasayı.  Şimdide kaseti çıkıyor bakıyorum ikinci gün internette.

Yani sanatçılar artık bu işten geçimini sağlayamıyor mu?

_ yani burada devletin zararı var, yapımcının, sanatçının zararı var, bestecinin zararı var. Yani hepsinin zararı var. Şimdi kaset yapamıyoruz işte. “MESAM” var ama sana ait olanı koruyabiliyor.

iletişim çağındayız kaset yapıyorsunuz ama, şarkılar, türküler ikici gün internette! Dolayısıyla internette bulunca gidip CD almıyor. Emeğiniz var, maddi olarak kaybınız var ne olacak peki böyle?

_  Evet, emeğe saygı yok. Biz niye yapıyoruz kaseti? İnsanlar bize sürekli yeni bir şey yok mu? Yeni bir parça yok mu? Diye soruyorlar. Bende diyemiyorum ki arkadaş bu iş kolay değil. Çok para lazım, ama bu kaset satılmadığı zaman ne olacak? Bize de yazık günahtır. Ama buna rağmen de biz yine kaset yapıyoruz. Çünkü insanlara yeni bir şeyler vermemiz lazım çünkü onlar bizi bir yere getirdi. Bizim o insanlara karşı devamlı boynumuz kıldan incedir. Bazen televizyon kanallarına çıkıyorsun ama yeni bir şey olduğunda daha güzel daha eğlenceli oluyor tabi.

Peki, Mustafa abi, bazı duyumları paylaşmak istiyorum. Siz çevre illerde daha çok mu seviliyorsunuz? Malatya, Antep Urfa gibi?

_ Aynen öyle bu sadece benim için değil, bunu çok sanatçılarda gördüm. Dışarıya gittiğim zaman bana karşı ayrı bir bakış var. Seviyorlar, saygı duyuyorlar.

Kendi alın terinizle sürekli bir yerlere gelmeye çalıştınız. Magazinle işini hiç olmadı. Başarının sırrı bu mu?

_ Aynen, magazinle gündeme gelmedim. Ben magazin türü sanatçı değilim aslında. Kasetlerinde ilk şiir okuyan sanatçı benim. Benden sonra birçok kişi şiir okumayı denedi ama randıman vermedi. Niye? Çünkü her adam şiir okuyamaz. Güzel şiir yazan kimse güzel okuyacak diye bir şey yok. Diyorlar ya Allah herkese her şeyi vermez diye aynen işte öyle.

Sanatçı olmaya  meraklı gençler de var ama, biran önce meşhur olayım diyenlerin sayısı çok fazla. Bunlara ne tavsiye edersiniz?

_ Ben bunu her zaman söylerim. Her şey ses güzelliği değildir, her şeyden önce bir kere saygılı olacaksın, bencil olmayacaksın. Bi bakıyorum birisi yanına üç beş kişi almış ney? Ben sanatçıyım. La oğlum, senin sana güvenin varsa, ben bi yere varacağım diyorsan bir kere çok iyi çalışman lazım. Şartlar Türkiye’de şuan çok iyi. konservatuar var, seste de müzikte de enstrüman çalma da kendini geliştir. Bizim dönemimizde bunlar yoktu. Biz tarla da yetiştik. O zaman böyle bir şey yok ti ki gardaşım. Mesela İstanbul’da öyle sanatçılar var ki bizim yörenin insanlar genelde. Bi düğün alıyoruz hemen gidip biz daha ucuza geliriz diye işimizi bozuyorlar. Bunlar çok ayıp şeyler. Karşındaki sanatçının ekmeğiyle oynuyorsun. Çünkü birisinin ekmeğiyle oynamak namusuyla oynamaktır. Buna rağmen gençtir diyoruz, yetiştirir kendisini diyoruz ama nerde…

Mustafa abi, sanat hayatınızda çok zor günler geçirdiniz. Derler ya düşmez kalkmaz bir Allahtır. Bu süreçte çevrenizden, arkadaşlarınızdan, akrabalarınızdan gerekli desteği gördünüz mü?

_ Belki tek tük olmuştur ama bu sayı on kişiyi geçmemiştir. Allah o adamlardan razı olsun, tuttukları altın olsun. İsim vermiyorum ama onlar kendilerini biliyorlar. Adıyaman’da benim hayatım geçti, en güzel yıllarım geçti ve çok ta severim. 40 seneyi geçti sanırım. Biz Adıyaman’ı sırtımızda taşıdık. Aman dedik memleketimize yanlış kelime bile söylenmesin, yüz kızartıcı bir şey olmasın aman ha aman. Ben hep bunlara önem verdim.

Peki, siz Adıyaman’ı 40 yıl sırtınızda taşıdınız,her şeyinizden ödün verdiniz. Adıyaman sizi 40 gün taşıdı mı?

_ yok! Memleketime laf getirtmedim.Ama zora girince Adıyaman beni  kırk gün taşıyamadı.. Eğer bunda darılan kırılan varsa gelsin konuşalım.

Müziği bırakmayı düşündünüz mü?

Müziği bırakmayı hiç düşünmedim. Müziği nasıl bırakayım.

Peki, sanat hayatınızda böyle içimizi ısıtacak bir anınız, hoş bir hatıranız oldu mu? Adıyaman da olsun, İstanbul da olsun.

_ Bak, mesela şimdi bir adam geldi bizimle fotoğraf çektirdi. Bu güzel bir şey, Anı işte. Sahnede iken gelip resim çektirmek isteyenlerin yüzünden defalarca türküyü unutup baştan başladığım olmuştur.(gülüşmeler)

Evet, röportajımızın sonuna geldik. Bizim için, gazetemiz için söylemek istediğiniz bir şeyler var mı? Son olarak onları alalım.

_ Emeğinize sağlık. Gazetenize yayın hayatında başarılar dilerim. Son olarak size şunu söyleyeyim. Aziz hocam da röportajında bahsetmiş. Şimdi bütün dünyaya gidin beni sorun bilmeyen yoktur. Türkiye’nin bütün kentlerine gidip sorun beni tanımayan yok. Burada belediye şenlikler yapıyor, ramazan etkinlikleri yapıyor. Adıyamanlı olmayan sanatçı gelsin onunda ekmek parası kazanması lazım ama Adıyamanlı sanatçıyı da çağırın, sahip çıkın. Ben illa ben geleyim demiyorum ama Adıyamanlıya sahip çıkmıyorlar. Bundan daha büyük vefasızlık olur mu? Bunda bile siyaset yapıyorlar. Gidip kendi partisine, çizgisine yakın adamları çağırıyorlar. Bu çok yanlış. Diğer tarafta da kendi sanatçılarını rencide ediyorsun. Bu sanatçılar sana yıllarını veriyorlar. Bu çok yanlış. Ferhat Bey yaz oraya;

Son olarak bize bir şiir söyleseniz?

“ Tek silahım kalemim, satırlar adresim benim,

Üstüme varıp beni yargılama ben sessiz batık bir öfkeyim.

Ama zorbalık bana göre değil,

Ben barut kokan namlulara çiçek takmaktan, ben barıştan,

Ben özgürlükten yanayım”

Tamam mı babom bu kadar başka ne diyeyim. Bizim silahla, milahla işimiz olmaz. Tek silahımız her şeyimiz sanatımız,kalemimiz.

Teşekkürler, sevgiler saygılar…

Bizi kırmayıp röportaj isteğimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.Bundan sonraki sanat ve yaşamınızda huzur ve başarı diliyoruz.Çok sağ olun Mustafa bey.

RÖPORTAJ: R.FERHAT VURAL

FOTOĞRAFLAR: YUNUS EMRE VURAL

 

 

 

kahtalı mıçı,tayfun güzel,ferhat vural,şehirde bu hafta,adıyaman