Deniz;Okumak ve yazmak gerekiyor..


Memur- Sen İl Temsilcisi ve Eğitim -Bir- Sen Adıyaman Şube Başkanı Ali DENİZ; MAALESEF KİTAP OKUMUYORUZ..! Türkiye’nin biran önce kitap okuma ve okutma politikası oluşturması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Türkiye için rakamlar çok vahim ve tehlike çanları çalıyor. Bundan 40-50 sene önce Türkiye için okur-yazar olmak önemliydi. Ancak günümüzde sadece okur-yazar olmak değil, okumak ve yazmak gerekiyor.Japonya’da toplumun yüzde 14′ü, Amerika’da yüzde 12′si, İngiltere ve Fransa’da yüzde 21′i düzenli kitap okurken, Türkiye’de yalnızca on binde 1 kişi kitap okuyor. TEKNOLOJİ VE SOSYAL MEDYA Teknoloji konusunda en kritik görev ise ebeveynlere düşüyor.Evlerde yediden yetmişe herkesin elinde ya akıllı cep telefonu ya da tablet bilgisayarlar var. İnsanlar bu cihazlarla sosyalleşeyim derken aynı çatı altında yaşadığı anne, baba ve kardeşlerinden bile kopma derecesine gelmiş. Aile içerisinde sosyal medya olayı mutlaka denetim altına alınmalı ve sınırlandırılmalı. Bu sorun çözülürse aile içerisinde sohbet edilecek, kitap okunacak zamanlar da kendiliğinden oluşacaktır. ÇOCUK VE YARDIMLAŞMA Bir öğrencinin bir matematik problemini çözmesi ne kadar değerli ise yetim bir öğrenciye el uzatması da o kadar değerlidir. Şu anki sınav sisteminde bir öğrencinin bir formülü bilmesi değerli gibi gözükmekte, ancak bir öğrencinin kendi okulundaki bir yardımseverliğinin not olarak hiç bir değeri olmamaktadır.Yani insanı bir bütün olarak ele alan her bir davranışının bir karşılığının olması gereken bir sürece girmemiz gerekir diye düşünüyorum.

post

 17    2016-12-19  


İlk emri "oku" olan bir dinin mensupları olmamıza rağmen neden okumuyoruz?

Evet, ilk emri oku olan bir dinin mensupları olmamıza rağmen maalesef okuma kültürümüz yok denecek kadar az. Okumamanın nedenleri arasında ilk olarak Kur’an-ı Kerim ikliminden uzaklaşmak olarak görüyorum. Çünkü Kur’an-ı Kerim hak bir kitaptır ve her konuda en doğruya iletir ve ilk emri Oku'dur. Kur’an nizamını tanımayan milletlerin bilime ve bilim adamlarına değer vermesi mümkün değildir. Biliyorsunuz çağdaş oryantalist ve müsteşriklerin çoğu Kur'an’ın ilme değer verdiğini çok iyi bildikleri için bilim ve teknolojide zirveye ulaşmışlardır. Bir diğer önemli sebep ise; özellikle medya sektörünün yaptığı etik dışı yayınlardır.. Ayrıca ülkemizde okumayı değil tam tersine okumamayı teşvik eden atalet  (adalet değil) merkezleri de vardır. Bunlar özellikle kahvehane ve internet cafeler gibi yerlerdir. Zira bu tür yerlerin çokluğu toplumu okumaktan alıkoymaktadır. Osmanlı döneminde kıraathane adıyla açılan okuma salonları ve kültür merkezleri günümüzde tam bir atalet merkezlerine dönüşmüştür. Böylesi çarpık ortamlarda tabi ki okuma alışkanlığı olamaz. Kapitalist zihniyetin üretim ve tüketim çılgınlığı ve her türlü reklamlarla tüketimi ve hedonizmi teşvik edişi de okumayı engelleyen bir diğer sebep olduğunu düşünüyorum.

Okumak için zamanımız mı yok, yoksa bahane mi uyduruyoruz?

Aslında ülke olarak okumak, temel yaşam ihtiyacı gibi algılanmağı sürece millet olarak okumamaya daha çok bahane uydururuz.Türkiye’nin biran önce kitap okuma ve okutma politikası oluşturması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Türkiye için rakamlar çok vahim ve tehlike çanları çalıyor. Bundan 40-50 sene önce Türkiye için okur-yazar olmak önemliydi. Ancak günümüzde sadece okur-yazar olmak değil, okumak ve yazmak gerekiyor. Türkiye’de kitap okuma konusunda çoğu Afrika ülkelerinin gerisinde kalmış durumda; Japonya’da toplumun yüzde 14′ü, Amerika’da yüzde 12′si, İngiltere ve Fransa’da yüzde 21′i düzenli kitap okurken, Türkiye’de yalnızca on binde 1 kişi kitap okuyor. Ayrıca; Türkiye’de kitap okunmamasının yapısal nedenleri olduğunu da düşünüyorum, okul öncesi dönemden üniversite eğitiminin sonrasına kadar kitap okumanın stratejik bir konu olarak ele alınması gerekiyor. Klasik, eski kitap okuma alışkanlıklarımızı geliştirmeliyiz. Özellikle gençliğe farklı bir stratejiyle kitap okuma alışkanlığı kazandırmalıyız. Aksi takdirde okumayan bir gençlik ile büyük ve aydınlık hedeflere yürünemez. Bu Türkiye’nin önüne koyduğu hedefler doğrultusunda gelişim ve değişimi için zorunlu olduğu gibi çağdaş, güçlü ve saygın bir ülke olması için de şarttır. Unutmamalıyız ki dünyayı yöneten; kalem, mürekkep ve kâğıttır.

Son yıllarda "sosyal medya" furyası okumaya sekte mi vuruyor? Ne Yapılmalı?

Şunu açıklıkla söyleyebilirim ki, kitap okumanın önündeki en büyük engellerden biri de kontrolsüz kullanılan teknoloji. Eğer teknolojiyi gerektiği gibi kullanamazsak sorun çok daha büyüyecek gibi. En kritik görev ise ebeveynlere düşüyor. Bu çocukların teknoloji ile teması nasıl ve ne kadar olmalı konuları onların kontrolünde. Evlerde yediden yetmişe herkesin elinde ya akıllı cep telefonu ya da tablet bilgisayarlar var. İnsanlar bu cihazlarla sosyalleşeyim derken aynı çatı altında yaşadığı anne, baba ve kardeşlerinden bile kopma derecesine gelmiş. Aile içerisinde sosyal medya olayı mutlaka denetim altına alınmalı ve sınırlandırılmalı. Bu sorun çözülürse aile içerisinde sohbet edilecek, kitap okunacak zamanlar da kendiliğinden oluşacaktır. Bu tabii ki yeterli değil. Çıkarılacak kanunlarla, sorumluluk alanı net çizilmeli, eğitim sistemimiz buna göre yapılandırılmalı. O yüzden bu iş ancak toplu bilinçle çözülebilir.

Yapılan bir araştırmada, Türkiye de insanlar 6 saatini tv izlemeye, 3 saatini sosyal medya'ya okumaya ise ancak bir dakika ayırabiliyorlar. Bunu nasıl okumalıyız?

Özellikle teknoloji bağımlılığı nedeniyle ülkemizde okuma kültürü iyice azalmıştır. Hele sosyal medya ve özellikle görsel medya organları yüzünden ve dizi filmleri sarhoşluğu ile okuyan değil bakan bir toplum haline geldik.Yapılan bir araştırmada gençler en önemli ihtiyaçlarının akıllı cep telefonu olduğunu dile getirirken Birleşmiş Milletler İnsani gelişmişlik raporuna göre Türkiye’de kitap 235. sırada yer alan bir ihtiyaç malzemesi olduğu tespit edilmiş. Türkiye’de yılda kişi başına sigara tüketimi 1399 iken kişi başına düşen kitap sayısı maalesef 7 dir. Bir başka araştırmada, Türkiye´de okur-yazar nüfus yüzde 86 olmasına karşın, kitap okuyan nüfusun hızla azaldığını görülmektedir. Hal böyle olunca bir yılda kitaba ayrılan süre 6 saat, televizyona ayrılan süre ise maalesef 1800 saattir. Bu gerçekten hareketle çocuklarımızı, teknolojiden izole etmek yerine, ona nasıl hükmedeceğini öğreterek yetiştirmeliyiz.

Çocuklarımıza okumayı, bilginin önemini aşılamak için ne yapmak lazım? Bizler, aileler olarak neler yapabiliriz?

Kitap okuma alışkanlığının çok küçük yaşlarda başladığı bir gerçek. Çocukların ilk alışkanlıklarını kazandığı ve ilk öğrendiklerinin ailede gerçekleştiği düşünülürse; çocuğun önünde ebeveynlerin sergilemiş olduğu tutum ve davranışlar, ileride çocuğun okuma alışkanlığını önemli ölçüde etkiler. Okumayan, çocuklarının okumasına destek olmayan ebeveynlerin çocuklarının gerçek anlamda okuma alışkanlığına sahip olmasını beklememeli. Aksine ebeveynin bu konuda çocuğuna karşı göstereceği ilgi ve vereceği destek çocuğun okuma eğiliminin sürekli, düzenli biçimde ve eleştirel bir içerikte gerçekleşmesini, sağlayacaktır. Çocukların aile üyeleriyle olan ilişkileri, diğer bireylere, nesnelere ve tüm yaşama karşı aldığı tavırların, benimsediği tutum ve davranışların temelini oluşturur. Belirli günlerde tüm aile bireylerinin iştirak edeceği bir okuma süresi belirlenerek bir uygulama yapılabilir. Günde veya haftada 20-30 dakika süresince kitap okuyan anne, baba ve çocuk daha sonra okuduğu ve hoşuna giden bölümü paylaşırsa kitap okumak daha zevkli bir hal alır. Mutlaka aileler çocuklarına okumayı sevdirmeli, okumanın yemek-içmek gibi temel bir ihtiyaç olduğunu anlatabilmeli.

Okullarda öğrencilere genellikle "bol bol test çözün" tavsiyesi yapılıyor, bu doğru mu?

Bu konu esasen eğitim sistemimiz ile alakalı sıkıntılardan kaynaklanıyor. Okul öncesi eğitimden üniversiteye kadar sınav endeksli tamamen ezberci bir eğitim sistemimiz var. Okul öncesinden iş hayatına kadar çocukların ve gençlerin sınav cenderesinden ruhları köreltiliyor. Çocuklarımız sıra arkadaşını en büyük rakibi görüyor. Halbuki biz komşumuzu, dostumuzu "arka taş" yani bir birimize destek olan güvenebileceğimiz olarak  kişiler olarak görürdük. Ama biz çocuklarımızı test ile tost arasına sıkıştırmışız. Bu sınav merkezli sistemle; sadece test çözen, kısa yoldan nasıl zengin olurum, köşeyi nasıl dönerim, helal mi, haram mı diye sorgulamayan bir gençlik yetişiyor maalesef. Geleceğimizin teminatı olana çocuklarımızın akıllarını iğdiş eden ruhlarını felç eden bu sistemi sorgulamamız gerekiyor. Yani biz niye Birunileri, İbni Sinaları yetiştiremiyoruz. Amerika Üniversitesinde bugün Osmanlının medrese sisteminin modernize edilmiş halinin uygulandığı biliyor muydunuz? Burada herkes şunun farkında aslında Türkiye'de insanları teorik araçlarla sınamanın kimseye bir faydası yok. Bu test sınavlarının büyük bir çoğunluğu insanları teorik olarak neyi ne kadar bildiğini ölçmeye yönelik. Ama insan sadece bildiği bilgiden ibaret bir varlık değil. Bir öğrencinin bir matematik problemini çözmesi ne kadar değerli ise yetim bir öğrenciye el uzatması da o kadar değerlidir. Şu anki sınav sisteminde bir öğrencinin bir formülü bilmesi değerli gibi gözükmekte, ancak bir öğrencinin kendi okulundaki bir yardımseverliğinin not olarak hiç bir değeri olmamaktadır.Yani insanı bir bütün olarak ele alan her bir davranışının bir karşılığının olması gereken bir sürece girmemiz gerekir diye düşünüyorum.

Bugünlerde konuşulan bir gündem de PİSA sonuçları, sizce PİSA sonuçlarını nasıl okumalıyız? Bugün itibariyle Adıyaman'daki eğitim seviyesi ne durumda başarılı mı? değilse neden?

Evet, bilinen PISA uygulaması; 2003 yılından itibaren OECD tarafından yaklaşık 70 ülkede her üç yılda bir, 15 yaş grubu öğrencilerin örgün eğitimde matematik, fen ve okuma becerileri alanında kazanmış oldukları bilgileri günlük yaşantılarında ne ölçüde kullandıklarını ölçmektedir. Türkiye maalesef önceki PISA sonuçlarına göre bir önceki sonuçlara göre gerilemiş. 5 Aralık 2016'da OECD'nin Uluslararası Öğrenci Performansı Değerlendirme yani PISA 2015 raporunda Türkiye önceki yıllara göre daha da gerilemiş. Buradan hareketle Adıyaman'daki eğitim durumumuz genel olarak her ne kadar veriler resmi olarak açıklanmadıysa da ilimiz Türkiye ortalamasının altında olmadığını düşünüyorum. Ancak genel bir gerilemenin de olduğu başka bir gerçektir. Bundan dolayı eğitim sistemimizi ve müfredatımızı tekrar sorgulamamız gerektiği ortaya çıkıyor. Ezbere dayalı ve sınav endeksli bir sistem çözüm değil, maalesef sorun üretiyor. Öğrencilerimizi eleştirel ve analitik düşünmeye sevk edecek, değerlendirme yapabilecek ve sonunda çözümler üretecek bir eğitim sistemine ihtiyaç olduğu aşikardır.

Kısaca sendikadan bahsetmek ister isek, Eğitim Bir Sen ne gibi çalışmalar yapmaktadır?

Türkiye'nin yetkili ve etkili eğitim sendikası olarak; eğitim çalışanlarının özlük, mali ve sosyal haklarını korumak ve geliştirmek, sorunlarını gündeme getirmek ve çözmek, ‘herkes için ve daha iyi eğitim’ anlayışıyla eleştiri ve öneriler ortaya koymak, ücretlerde ve gelir dağılımında adaleti sağlamak hedefleri için çalışıyor ve üretiyoruz. Medeniyetimizin kök değerlerini idrak etmiş, daha özgür, daha müreffeh ve daha mutlu insanların yaşadığı ‘daha güçlü, daha huzurlu, daha adil Türkiye’yi inşa etmek amacıyla çıktığımız sendikal yolculukta, hem sendikacılık hem de sivil toplum noktasında yeni eşikler oluşturmaya devam ediyoruz. Bu çerçevede, akademik çalışmalarımızla geçmişe, güne ve geleceğe ışık tutuyor, eğitim çalışanları için elde ettiğimiz kazanımlarla emeğin değerini artırıyor, akademik sendikacılık anlayışının hakkını veriyoruz. 

Eğitime yapılan yatırımlar sizce yeterli mi? Sizler sendika olarak bu konuda ne düşünüyorsunuz ve ne gibi çalışmalarınız var?

Bizler eğitim sendikası olarak Türkiye'nin en stratejik ve en hassas meselesinin eğitim olduğuna inanıyoruz. Demokratikleşme yolunda kararlı adımlarla ilerleyen, hem ekonomik hem de siyasal alanda küresel bir aktör olma hedefleri ile hareket eden Türkiye'nin eğitime daha fazla önem vermesi gerektiğini düşünüyoruz. Aslında, son on yılda eğitim sistemimizde yaşanan gelişmeler, nesnel bir şekilde incelendiğinde; okullaşma oranlarının yükselmesi, okulların fiziki ve teknolojik kapasitesinin gelişmesi, öğretmen açığının her geçen gün azalması ve GSYH'den eğitime ayrılan kaynağın katlanarak artması hususlarında ciddi iyileşmelerin gerçekleştiğini görmek mümkündür. Ayrıca, eğitim sistemimizin toplumsal taleplere karşı duyarlılığı her geçen gün daha da artmaktadır. Diğer taraftan, eğitimin niteliğine ilişkin kaygılar halen mevcudiyeti korumaktadır ve eğitim sisteminin neredeyse bütün paydaşları tarafından da dile getirilmektedir. Dolayısıyla, bu aşamadan sonra ülke olarak odaklanmamız gereken alan, eğitimin içeriğini zenginleştirmek ve niteliğini arttırmak olmalıdır. Geliştirilecek eğitim politikalarını ve izlenecek yolların bu amaca yönelik olması gerekmektedir.

Bu amaçla sendika olarak elbette ciddi çalışmalarımız var. Sempozyum, konferans, panel, çalıştay, seminer ve ayrıca eğitimi izleme ve değerlendirme raporları hazırladık. Bu çalışmalarla ülkemizin eğitim politikaları üzerine düşünmeyi, mevcut ve potansiyel sorun alanlarını tanımlamayı, eğitimin önemi hakkında toplumsal bilinç ve farkındalık oluşturmayı amaçlıyoruz. MEB ile eğitim hizmetinden faydalanan vatandaşlar arasında işbirliği sağlamayı, siyasi karar alıcıları doğru yönlendirmeyi ve kamunun sunduğu eğitim hizmetinin verimliliğini gözlemleyip eleştirel bir akılla değerlendirmeye tabi tutmayı hedeflemekteyiz.

 Sendika olarak Eğitim çalışanlarına yönelik ne gibi çalışmalarınız var? Eğitim çalışanlarının sorunları var mı? Varsa çözüm yolları nelerdir?

Eğitim çalışanlarımızın gerek 4. Dönem Toplu Sözleşmede gerekse de Kamu idari Kurullarında ve Kamu Personeli Danışma Kurullarında çözüme kavuşturulması için mücadelesini verdiğimiz onlarca sorunları bulunmaktadır. Öğretmenlerimiz başta olmak üzere eğitim çalışanlarının itibarı korunmalı, ve eğitim çalışanlarına karşı şiddet asla cezasız kalmamalıdır. Öğretmenlere ait ek gösterge 3600 olmalıdır. Hizmetli, memur, şef ve şube müdürlerine de ilave 600 ek gösterge verilmelidir. Eğitim ve öğretime hazırlık ödeneği hizmetli, memur, şefler dahil olmak üzere tüm bakanlık çalışanlarına verilmelidir. Bursluluk sınavlarındaki pozitif ayrımcılıktan hizmetli, memur, şefler dahil olmak üzere tüm bakanlık çalışanları faydalanmalıdır. Üniversitelerde çalışan 657 sayılı Kanun’a tabi personele de öğretim görevlilerine verilen oranda  yükseköğretim tazminatı ve geliştirme ödeneği ödenmeli. Eş ve çocuk yardımı artırılmalı, eşi çalışmayanlar da bu şekilde desteklenmelidir. Emekli maaşı ve ikramiyeler artırılmalıdır. Sözleşmeli öğretmenlik uygulamasından vazgeçilmelidir. Öğretmen alımlarında mülakat sisteminden vazgeçilmeli, KPSS puan üstünlüğüne göre alım yapılmalıdır. Hiç bir öğretmen adayı mülakat vb haksız uygulamalar ile mağdur edilmemeli, istihdamda sıkıntı yaşanan yerlerde teşvik sistemi uygulanmalıdır. Öğretmenleri, zorunlu hizmet bölgelerinde cebren değil cezbeden teklif ve uygulamalar ile çalıştırmalı. 23 bin 4/C’li personel ve sayısı 5 bini dahi bulmayan memur işi yapan işçiler kadroya geçirilmelidir. 4/C'li personele mahkeme kararı gereği en az 550 TL ödenen ek ödemelerin sorunu çözülmelidir. Eğitim kurumları yöneticilerinin statüsüne uygun olarak hakları da genişletilmelidir. Kariyer basamaklarındaki felç hâli giderilmeli, işleyen bir sistem getirilmelidir. Üniversitelerde görevli personele, ek ödeme matrahının yüzde 100’ü oranında döner sermaye katkı payı ödenmeli. Üniversitelerde fakülte sekreteri, enstitü sekreteri ve yüksekokul sekreteri kadrolarında görev yapanların ek gösterge rakamları 600 puan artırılmalı. Araştırma görevlilerinin dereceleri ilgili madde çerçevesinde geçmişe dönük olarak yükseltilmeli. Ek ders esaslarındaki adaletsizliğe son verilmeli, ders ücretleri artırılmalıdır. Ek ders ücretleri vergi diliminden çıkarılmalı, vergi dilimleri yeniden düzenlenmelidir. Alan değişikliği yapılarak öğretmenlerin mezun olduğu alanlarda ders vermeleri sağlanmalıdır.

Peki eğitim sistemi ve kurumlarımız ile ilgili sorunlar ve çözüm önerileriniz nelerdir?

Sürekli mevzuat ve sistem değişikliği eğitimi olumsuz yönde etkilemektedir. Değişiklikler yapılmadan önce paydaş olarak eğitim sendikaları başta olmak üzere ilgili STK'ların ve özellikle öğretmenlerin görüşleri ve önerileri dikkate alınmalıdır. Yersiz veya basit sebeplerle yapılan şikayetlerin önüne geçilmeli, alo 147 hattı amacı dışında kullanılmamalıdır. Sınıflardaki teknolojik ve eğitsel donanımlar yeterli hale getirilmelidir. Birleştirilmiş sınıf uygulaması mümkün olduğunca azaltılmalıdır. Mesleki eğitim özel sektör iş birliği içinde yeniden düzenlemelidir. Ders ve çalışma kitaplarının içerikleri zenginleştirilmeli, öğretmenler ek kaynak kitaplarına ihtiyaç hissetmemelidir. Eğitim ortamlarında tek cinsiyetli ve karma olmak üzere farklı uygulama biçimleri hayata geçirilmelidir. Yönetici görevlendirme süreci yeniden ele alınmalıdır. İkili eğitim yapan okullarımızın bir an önce tekli eğitime geçiş yapmasını sağlayacak yeni derslikler ve okullar yapılmalı. Öğretmenlerimizin motivasyonunu bozacak her türlü performans değerlendirme süreçlerinden kaçınılmalıdır. Okul idareleri ve okul aile birliklerini bağış gibi para işlerinden kurtaracak çözümler üretilmeli ve veliler ile okul idareleri karşı karşıya getirilmemeli. Özellikle de ödeneği olmayan temel eğitim kurumlarımız olan ilkokul, ortaokul ve imam hatip ortaokulları başta olmak tüm okullarımıza öğrenci başına ödenek aktarılmalı ve temizlik, güvenlik ve ısınma ile ilgili problemlerini de iş kur vb yapılarla çözüme kavuşturulmalıdır.

Son olarak gazetemiz hakkındaki görüşleriniz...

Şehirde Bu Hafta gazetesinin Adıyaman açısından bir şans olduğunu düşünüyorum. Adıyaman şartlarında baktığımız zaman da ulusal yayın yapan gazete standartlarında olduğu aşikar. Haber içeriğinin zenginliği de baskı kalitesi de çok iyi. Eğitim den spora, güncel haberlerden kültür ve sanata, siyasete kadar her şey yer alıyor. İnşallah bundan sonra da güzel bir şekilde çalışmalarını sürdürür. Ayrıca ilkeli ve tarafsız yayın akışınızdan dolayı sizleri yürekten tebrik ediyorum.

Çok teşekkür ediyoruz Ali Hocam.Çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.

RÖPORTAJ        : Ferhat VURAL

Ali DENİZ

Memur- Sen İl Temsilcisi/ Eğitim -Bir- Sen Adıyaman Şube Başkanı

adıyaman,şehirde bu hafta gazetesi,ferhat vural,ali deniz,eğitim bir sen,milli eğitim bakanlığı