'Amerikanın olduğu her yerde Kaos vardır'


Avrupa muhabirimiz M.Sadık Bektaş,milliyetçi Polonya Ruch Narodowosc Partisi Opole temsilcisi Mihal Malinski ile bir mülakat gerçekleştirdi. 'Amerikanın olduğu her yerde Kaos vardır' diyen Mihal Ortadoğu'daki kaosun mimarı da ABD'dir diyor.

post

 Röportaj    25.01.2020 11:31:41  


Sadık: Merhaba Mihal. Öncelikle böylesi bir röportajı kabul ettiğin için teşekkür ederim. Bilmeni isterim ki, burada söyleyeceğin herşey, senin sorumluluğun altında.

Mihal: Evet anlıyorum herşeyi Sadık. Bugün Radyo Opole’de de bir röportajım vardı. Biraz tehlikeli sayılabilecek konulardan konuştum. Herhalde bir daha beni davet etmiyecekler. Çünkü, sanırım radio biraz hükümet yanlısı idi ve benimde  biraz hükümet karşıtlığı konuşmalarım oldu.

Sadık: Mihal, ilk sorum senin ve tüm batı medyasının da bildiği gibi, İŞİD konusu. Ben de bir Kürt olarak, sizlere gerek Kürtler hakkında gerekse de İŞİD ile olan savaş hakkında ki düşüncelerini sormak istiyorum. Sadece senin değil, aynı zaman da seninde temsil etmiş olduğun Ruch Narodowosc yani Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini bilmek istiyorum.

Mihal: Benim kendi görüşüm şu; ben, İŞİD gibi terör örgütlerine karşı savaşan bütün grupları haklı buluyor ve destekliyorum. Her ne kadar Kürt grupların, siyasi idolojisine karşı da olsam,( Mihal kendisi muhafazakar bir çizgide olduğu için, Kürt gruplarını sol-liberal görmektedir. Bundan dolayı, bu idolojiyi desteklememektedir) onlara terörist diyemem.

Sadık: Peki, neden İslami terör örgütlerine karşı olan bütün grupları destekliyorsunuz?

Mihal: Çünkü, benim görüşüme göre, Ortadoğu’da ki en büyük iki tehlike,  İŞİD, El Kaide gibi İslami terör örgütleri, ikinci tehlike ise ABD.

Sadık: Sence, bu tür terör örgütlerinin kurulmasın da İslam’ın bir din olarak mı payı var yoksa siyasi İslam idolojisi mi?

Mihal: Ben ve partimin İslami terör örgütlerine karşı olmamızda ki 3 temel etken sunlar. Birincisi, bunların radikal bir idolojiye sahip olmaları. İkincisi, bu idoloji, çoluk çocuk, yaşlı-genç, erkek-kadın hamile demeden herkesi katletmektedir. Bu tür bir idoloji yeryüzün de bir cehennem yaratmaktadır. Ve bana göre, İŞİD şu anda dünyanın en tehlikeli örgütüdür. Üçüncü sebep ise, politik. Kendilerinin sahip olmuş oldukları idolojiyi, yapmış oldukları katliamlarla birleştirip, medya aracılığıyla sunmaktadırlar. Bununla beraber, etkili bir propaganda ile taraftar toplamaktadırlar.

Sadık: Seninle bu konuda hemfikirim. Peki, sence bunların yaptıklarını bütün bir İslam alemine mi atfetmeliyiz?

Mihal: Dünyada ki tüm müslümanlara mı atfetmeliyiz? Bence hayır. Çünkü müslümanlar dünyada ki tek toplum değil. İslam, hemen hemen her ırkta, renkte, dilde ve coğrafya da etkisini sürdüren ve devam eden bir din. Örneğin, Slav ırkından olan müslüman dahi görebilirsiniz Bosna ve Hersekte. Bu ülkede ki müslümanlar, Osmanlı zamanında müslüman olmuşlardır. Bundan dolayı, bir grup teröristin yaptığını tüm topluma mal edemeyiz. Bir diğer örnek ise, İran. İran toplumu farklı ritüal ve ibadetlere sahip bir İslamık toplumdur.

Sadık: Aslında haklısın. Örneğin, ben İranda şii bir mezhebe ait İŞİD gibi bir terör örgütü hiç duymadım.

Mihal: Evet, evet. Hatta bana, senin bu söylediğinin aynısını Brüksel’de ki bir arkadaşım söyledi. Şii mezhebine ait bir müslümanın, kendini patlattığını hiç duymadım şu zamana kadar. Neden se hepsi Sünni mezhebinden ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden durum biraz karmaşık. Sonuç olarak, ben ve benim temsil etmiş olduğum parti, İŞİD’İ aynı zaman da bir propaganda örgütü olarak da görmektedir. Örneğin, Post-Sovyet İslam ülkeleri yani Özbekistan gibi yerler gayet ekonomik açıdan iyi, seküler ülkelerdir. Hatta, Hristiyanlar ile beraber barış içinde yaşayan toplumlar bulunmaktadır. Ama nedense, İŞİD gibi örgütlere de en fazla katılım bu tür ülkelerden olmaktadır. Yani, bu tür toplumlar modern, açık fikirli, toleranslı ama ne yazık ki İŞİD propagandası bunları bile etkileyebilmektedir.

Sadık: Bir sonraki sorum, İran ve ABD ilişkileri üzerine. Sence, ABD’nin yapmış olduğu kabuledilerbilir birşey mi? Kasım Süleymanı gibi bir ülkenin en kıdemli insanını, resmen suikast emir vererek öldürtüyorsunuz.

Mihal: Öncelikle İran ile ilgili bir kaç şey söylim. İran, benim üzerim de biraz etki bırakmış bir ülkedir. Bundan bir kaç yıl önce, İranlı büyük şair Hafız’ı okumuştum aynı zaman da eski çağlarda süre gelen Yunan- Pers savaşlarını araştırmıştım. Bu tür olaylar bende biraz etki yapmıştır. Bundan dolayı benim düşünceme göre, Ortadoğu’da ABD’nin olaylara fazla bulaşmaması, bölgeye huzur getirecektir. Çünkü ABD’nin bulaşmış olduğu yerlerde bir kaos var. Bakın mesela, Irak, Suriye, Libya. Ama İran bu ülkelere oranla gayet ekonomik olarak hala güçlü ve toplumsal olarak ayaktalar. Bu yüzden, ABD’nin bu suikastı benim için bir terör davranışıdır, tıpkı El-Kaide ve İŞİD’in yapmış olduğu gibi. Çünkü Kasım Süleymanı, bir terörist değildi. Yani Birleşmiş Milletler tarafından aranan bir terörist değildi bilakis devlet tarafından atanmış, uluslararası da tanınan ve muhattab alınan bir generaldı. Bu yüzden onu öldürmek kesinlikle bir terör olayıdır.

Sadık: Peki sence neden ABD böyle bir karar aldı.

Mihal: ABD, İran ile olan gerilimini sürdürmek istedi.

Sadık: Peki neden İran? Nedir ABD’nin bu nefreti?

Mihal: Çünkü İran’ın doğal zenginliğinden dolayı. Gerek petrol gerek doğal gaz. Rusya’nın da doğal zenginlikleri var ama İran’a göre daha zordur Ruslara saldırılması. Eğer,petrol zengini bir ülkeye saldırıyorsanız, unutmayın ki, piyasada daha az petrol olaracaktır çünkü o petrol üreten araç ve kurumlara da saldırdığınız için, onu üretmesi ve satması zorlaşır.

Sadık: Petrol üretimi yani ekonomik etkenler bir sebep olabilir ABD- İran geriliminin. Sence, İran’ın Ortadoğu’da ki etkinliği de bir diger sebep olabilir mi? Mesela, Yemen’de Suudi Arabistan ile savaşmaktalar, Suriye'de’yine Esad’dan yanalar.

Mihal: Tabiki bunların hepsi ayrı ayrı sebepleri bulunmaktadır. Örneğin, İsrail, ortadoğunun küçük şeytanının ABD ile ne kadar iyi ilişkiler olduğunu biliyoruz. İsrail lobilerinin de İran ile ABD gerilimine sevindiğini unutmamalıyız.

Sadık: Şimdi de gelelim, AB’nin göçmen politikasına. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Mihal: Avrupa Birliği’nin göçmen krizi, git gide önemli bir hal almaktadır. Her ülke’nin kendilerine göre bir göçmen politikası var. Bence Polonya’da yüzde birlik bir mülteci grubu alıp, bunların ülkeye entegre olabilmesi için bir politika sürdürebilir ama ne kadar fazla mülteci alırsanız o kadar da fazla sorun ve problemleri beraberinde getirirsiniz. Artı, az sayıda ki göçmenlerin adapte olması daha kolay olur. Mesela, Alman bir köyüne bir tane Türk aile yerleştiriseniz, bu ailenin o köye adapte olması, daha kolay olur. Ama aynı köye fazla Türk ailesi yerleştirirseniz bu sefer bu gruplar kendi gettolarını oluşturur ve adapte olmakta sorun yaşarlar.

Sadık: Bu arada Hollanda’da ki aşırı sağcı Geert Wilders’ın İslam peygamberi Muhammed hakkında ki karikatür ve dalga geçmesini nasıl yorumluyorsunuz bir sağcı ve katolik olarak?

Mihal: Ben, kişisel olarak birilerinin değer verdiği kimseyi kötülemem özellikle bu kişi Hz. Muhammed gibi milyonların sevdiği biri ise. Geert Wilders’ın yapmış olduğunu kabullenmek zor. Ama o, İslam karşıtı değil, Avrupa’nın İslamileşmesine karşı bir insan. O liberal bir AB istediği için böyle olayları yapmaktadır.

Sadık: Sence AB, Suriye içşavaşı için elinden geleni yeterince yaptı mı?

Mihal: Bence asıl sorulması gereken soru, gerek Afrika’da gerek Ortadoğu’da oluşturulan bu karmaşanın sebebinin hangi ülkeler olduğudur. Örneğin, ABD, İsrail, Fransa, İtalya, İngiltere, ve Almanya başta gelen suçlu ülkelerdir. Gerek Libya’daki sorun, gerek Afrika’da ki sorun gerekse de Ortadoğuda ki sorunların altında bu ülkeler yatmakta olduğu için, bu ülkeler yine düzeltmek için elinden geleni yapmalılar. Polonya, hiç bir ülkeyi işgal etmediği gibi, Irakta’da askerlerin İŞİD ile savaşması için eğitti. Geçen günlerde ise Irak Parlamentosu yabancı askerlerin, Polonya da dahi eve dönmelerini istedi. Bence bunu istemekte de gayet haklılar. Çünkü Polonya askerleri bir ülke tarafından istenmiyorsa artık, o askerlerin eve kendi yurtlarına dönmesi lazım. Bu gayet anlaşılır ve kabuledilebilen birşeydir. Ben mesela, Polonya’nın çok güçlü bir ordu kurmasını hayel ediyorum ama bu ordu bir başka ülkeye gidip işgal etmesini istemiyorum. Sadece kendi sınırlarının güvenliğini yapmasını isterim. Bu arada, ABD’nin sağlam bir müttefik olduğuna inanmıyorum. Tıpkı Kürtleri Suriye’de bıraktıkları gibi gün gelir Polonya’yı da olası bir Rusya savaşın da bırakabilirler.

Sadık: Sence Polonya ile Rusya arasında bir savaş olma ihtimali mi var?

Mihal: Devamlı süre gelen savaşlara artık inanmıyorum. Özellikle, Rusya ile bir savaşın olacağına inanmıyorum ama diplomatik bir savaşın olduğu aşikar. Ama Rusya’nın tarihi değiştirmek istediği de bir gerçek. Mesela Putin, Polonya’nın ikinci dünya savaşında bir kurban değil sadece saldırgan bir ülke olduğunu dile getirmesi, Polonya ve Rusya arasın da bir takım iplerin kopmasına yol açtı.

Sadık: Rusyalı yetkililer Yahudu Soykırımın da Polonya’nın parmağı olduğunu da dile getiriyorlar?

Mihal: Bu yalan bir iftira. Polonya, Nazilerden kaçan Yahudilere yardımcı olmuş tek devletti o zamanlar. Polonya hükümeti hala Yahudi sinagoglarına maddi yardımlarda bulunmaktadır. Ama buna rağmen bizim Yahudi düşmanı olduğumuzu söylemekteler.

Sadık: Arap Baharı hakkında ki görüşlerin nedir?

Mihal: Ben bu projenin ilk baştan beri iyi bir fikir olmadığını dile getiriyordum. Bundan iki yıl önce Şili’de bir papazın dersini dinliyordum. O papaz, devrim veya inkılap kelimesinin tanımını çok güzel yapmıştı. Devrim demek belli bir düzene kaos getirmektedir. Tabiki Arap Baharı’ndan önce Ortadoğuda yine herşey çok güzel değildi ama en azından bir düzen vardı mesela Kaddafi ile veya Saddam ile.

Sadık: Teşekkür ederim Mihal.

Röportaj :M.Sadık Bektaş Polonya Opole Üniversitesi Gazetecilik ve Sosyoloji ana bilim dalı Doktora öğrencisi

Mihal Malinski: Polonya Ruch Narodowosc Partisi, Opole başkanı

#adıyaman #sadık bektaş #polonya #röportaj #şehirde bu hafta