Benim hakkımda ne susuyorsun(!)?


 Hüseyin Tepeler    21.05.2020 23:17:08  


“Kelimeler gerçeğin beceriksiz avcılarıdır..” demiş şair. Bu ilk köşe yazımın başlığı siz okurlarda farklı çağrışımlar yapmış olabilir. Belki bir yerde, düşünmenizi istediğimi dayatmak, ya da sizin aklınıza gelmeyeni de bile isteye düşündürtmek (Allahım, -eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek- deyimini kullanmamak için gösterdiğim şu gayreti TDK yetkilileri görse bana plaket gönderirler)  gibi olacak ama, “Benim hakkımda ne susuyorsunmuş, saçma, sırf yazıyı ilginçleştirmek için daha ilk lafında kıvranıyor..” gibisinden bir fikirle okuyorsanız, boşuna uğraşmayın, çünkü inanın ben bile o kadar düşünmüyorum bir sonraki diyeceğimi..

                Konuya belki de uzmanlıklarımdan biri olan dilbiliminden dem alarak başlamam gerekir. Dil nedir? İlk neden ve nasıl oluşmuştur? İnsanoğlu ilk ne zaman vücut dili ve sezilerinin artık kendisine  yetemediğini düşündü de kendince anlamlandırdığı sesleri karşısındakine dayattı? Mesela ilk ne zaman bir dili konuşan insanlar başka coğrafyadaki bir dilin de varlığından haberdar oldular? Ve ilk tepkileri ne oldu? Konuyu somutlaştırmak gerekirse, binlerce yıl önce yağmur yağdığında (ki o kelime dönüşüp bugün “yağmur” halini nasıl aldı, o da ayrı bir mevzu), daha önce Mezopotamya’da yaşayan bir seyyah, Mısır’da aynı “yağmur”a başkalarının başka bir isim verdiğine tanık olduğu anda ilk hissiyatı ne oldu?

                Bu ve bunun gibi binlerce ilginç soru sorulabilir tarihe; kimisi araştırılır ve belki de cevaplanır, ama çoğu, zaten cevabından daha ilginç sorular olarak kalır öylece.. Gelin görün ki, yazının konusunun bunlarla zerre kadar alakası yok. Müjdeler olsun!

                Hep ama hep konuşuyoruz, farkında mısınız? Sürat veya surat yapma derdiyle konuşmamayı seçtiğimiz zamanlarda bile, muhatabımıza kendimizden mesajlar verme derdindeyiz, ama emojilerle ama çatık bir çift kaş ve homurdanmalarla.. Hasılı, uyanık olduğumuz hallerde hep bir şeyler anlatmanın derdindeyiz, farkında olsak da olmasak da.. Hoş, uyurken de konuşuyoruz ya bazen..

                İşte tam da neşteri vurduğum bu yerden çıktı bu yazı.. Bizler aslında hep susuyoruz ve bunun hiç ama hiç farkında değiliz..

                Söz temsili, çok yakın bir arkadaşımızın çok beğenerek alıp giydiği bir elbisenin ona yakışmadığını, sırf moralini bozmamak için, söyleyemiyoruz. Hatta aksine, ona ne kadar çok yakıştığını söylüyoruz tezgahtar kız edasıyla.. Verdiğim misal güncel ve genel olduğu için hoşunuza gitmiştir, bu duyguyla bundan sonrakilere daha da acımasız olma hakkı tanıyorum: Normal şartlarda sokakta selam vermeyeceğimiz insanları bırakın hayatımızdan uzaklaştırmayı, “Hayır” bile diyemiyoruz çoğu zaman kendilerine, ikili veya uluslar arası ilişkilerimiz zedelenmesin diye.. “Bugün yalnız kalmak istiyorum” demek çok ayıptır mesela arayıp “Sana uğrayacağım” diyene.. Hele “sevgi”.. Bir dillendirilmeye, bir ilan edilmeyegörsün, müebbetidir insanın.. “Seni artık sevmiyorum” diyebiliyor muyuz o artık sevmediklerimize? Okuması bile zor değil mi? Sıkı durun, ilk kavgada “Nefret ediyorum”a çok rahat dönüştürebiliyoruz ama değil mi kendisini?

                İğneler, çuvaldızlar, misaller, böylece uzar gider. Yazar der ki, insan biraz da söylemedikleriyle vardır.  O halde, çekinmeyin, acımayın, söyleyin.. Söylenmeyenleri de duyun.. Birilerinin size iyi ya da kötü, ne dediğine değil, ne diyemediğine de odaklanın biraz. İnanın, onlara daha doğru yaklaşacak, ya da tam vaktinde uzaklaşmaya başlayacaksınız onlardan.. Ben de artık belki yazarak anlatmaya çalışacağım sustuklarımı.. Başlıyorum izninizle.. Sahi, benim hakkında ne susuyorsunuz?

COMMAGENE GAZETESİ

(Zaytung'a ilham veren ve yıllar önce Facebook’ta kurulup herkesçe takdir edilen "MERCAN DAILY NEWS" grubunun devamı olan Commagene Gazetesi, memleketimiz Adıyaman'la ilgili yalan yanlış haberler ve komik paylaşımlar barındırmaktadır. Siz okurlarıma her hafta o gruptan damıttığım sahte haberler sunacağım. Çeşitli vesilelerle grupta bahsi geçen kişiler ve olaylar ise çoğu zaman hayal ürünü veya şaka maksatlıdır. Niyetimiz, "ADIYAMAN" denince akla gelen mersele(!), fotoğraf, ünlü isimler veya çakma haberlerle özellikle de hemşerilerimizin yüzünde küçük bir tebessüm bile olsa yüreklere bir katre atmaktır. Kamuoyuna duyurulur :)

ÇOCUKLARININ SAĞLIĞINDAN(!) ŞİKAYETÇİ

Son günlerin yoğun ve sisli gündemini biraz olsun değiştirebilmek adına Adıyaman sokaklarını arşınlayan cevval muhabirimiz Hüseyin Tepeler, Karapınar'daki Sağlıklı Yaşam Parkı'nda hemşerilerimizle sohbet ederken Fahrikanlı Mılla HİÇGÖRMEZ isimli vatandaşımızın veryansınlarına maruz kaldı. Siyaset, ekonomi, yerel yönetimler hakkında sorduğu sorulara doğru düzgün cevaplar alamayan muhabirimizin, en azından HİÇGÖRMEZ'in şahsi sorunlarını dinlemek için "Ee dayı? Çoluk çocuk nasıl?" şeklinde sorduğu soruya HİÇGÖRMEZ: "Law, Alleh onleri belani virsin. Giçen sene tım tım heste oliyordı, niye ki bu sene eşşın kert (yeşil kart) almişiz, hiçbiri heste olmor.." diye cevap vererek müthiş bir ironiye imza attı.. //Hüseyin Tepeler, Koşu Parkı’nın ora

ADIYAMAN ATASÖZLERİ VE DEYİMLER SÖZLÜĞÜ

“zaklanmak”: Zevklenmek kelimesinden türeyen bu ifade, birisiyle dalga geçmek anlamına gelir.

Örneğin; “La yoh yoh inanma, seni zaklanor!”

ÖZGEÇMİŞ

Hüseyin Tepeler: 25 Haziran 1983 tarihinde Adıyaman’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Adıyaman’da gören yazar, Orta Doğu Teknik Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümünden mezun oldu. Öğrencilik yıllarından beri film ve kitap çevirisi, editörlük, mizah grubu yönetmenliği, halk ve özgün müzik yorumculuğu, uluslar arası proje ve kişisel gelişim uzmanlığı, ar-ge,  gönüllü yardım kampanyaları ve kısa oyun yazarlığı yapan Hüseyin Tepeler,  halen Milli Eğitim Bakanlığı’nda öğretmenlik görevini sürdürmektedir.