Düş(ün)enin dostu olmaz


 Hüseyin Tepeler    14.06.2020 10:45:50  


Düşünmek… TDK sözlüğünden anlamlarını aynen aktarıyorum:

1. (-i) Aklından geçirmek, göz önüne getirmek:
      "Ben şimdi o güzel çehreden başka / Ne bir yüz düşünür ne hatırlarım" - Necmettin Halil Onan

2. (-de) Bir sonuca varmak amacıyla bilgileri incelemek, karşılaştırmak ve aradaki ilgilerden yararlanarak düşünce üretmek, zihinsel yetiler oluşturmak, muhakeme etmek:
      "Türlü şiir anlayışları üzerinde düşünmüş, zaman zaman türlü şairleri sevmiştir." - Orhan Veli Kanık

3. (nesnesiz) Zihniyle arayıp bulmak:
      Bu iş için ben bir çare düşündüm.

4. (-i) Bir şeye karşı ilgili ve titiz davranmak:
      Durmadan geziyorsun, biraz da derslerini düşün.

5. (-i) Akıl etmek, ne olabileceğini önceden kestirmek:
      "Benim kayısılara müşteri çıkmam ihtimalini düşünmüştü." - Reşat Nuri Güntekin

6. (-i) Tasarlamak:
      Yola çıkmayı düşünüyorum.

7.( nesnesiz) Tasalanmak, kaygılanmak:
      Bu kadar düşünme, elbette bir çare bulunur.

8. (nesnesiz) Farz etmek.

               

                Düşünsenize(!), aslında ne kadar çok kullanıyoruz bu kelimeyi ve ne çok işe yaramıyor. Yalnız bu kelimeyi mi? Değil tabii ki, daha nice sözler var dilimizden düşürmediğimiz ama bir türlü de uygulamadığımız. O yüzdendir ki, dünyanın belki de en fazla nasihat veren toplumuyuz. Hep birilerine ne yapmaları gerektiği konusunda bir şeyler söyler, kendimize gelince de zerre uygulamayız onları. Sorulunca “Dediğimi yap, yaptığımı yapma” der, çıkarız işin içinden, dert değil.

                Bizi biz yapan en önemli özelliğimiz olan “düşünmek”, artık çok az uğruyor hayatlarımıza. Söz temsili, kimimiz arada sırada da olsa açarız Kur’an-ı Kerim’i, tedebbürle (düşünerek, kıyaslayarak, ders çıkararak) değil de telaffuzla okuruz. İronik olan şudur ki, o Hakk kelamı da onlarca ayetinde “düşünmez misiniz”, “bunda düşünenler için dersler vardır” gibi ifadelerle düşünmeyi teşvik eder. Oysa düşünmeyi emreden bir din neden bunu ister, onu bile düşünmeyiz. Başka örnekler vermek gerekirse, eski bir şarkıyı, türküyü dinlerken sadece ritmini yakalar, sözlerindeki yaşanmışlıklara, acıya, hüzne, umuda, neşeye velhasıl sözün yazarının anlatmak istediği hikayeye kulak vermeyiz çoğu zaman. Ödüllü bir filmi izler, ya da best seller bir kitap okuruz, ama kolay kolay ana hatlar ve vurucu sahneler dışında bir detay kalmaz aklımızda. Çünkü bize anlatılmak isteneni değil, anlamak istediklerimizi seçeriz içinden. Son örnek biraz iyimser oldu sanki, okumuyoruz ki! Ne ödüllü filmi, diziler neyimize yetmiyor?

                Sosyal yaşantımıza, ilişkilerimize gelince, yine düşünmeye yer yok maalesef. Karşımızdakinin yalnızca ne dediğiyle ilgilenir, cevabı yapıştırmayı da marifet biliriz hep. Hele bu cevap bir de süratli bir şekilde verilmişse, tadından yenmez, heyecanlı heyecanlı anlatırız hatta sağda solda.  Halbuki o kişinin neden, hangi duygularla, nasıl bir ruh hali içinde öyle dediğini, ne anlatmak istediğini, ne diyemediğini düşünüp empati kurmaya gerek yok ki zaten! Ağzının payını vermişiz ya, daha ne olsun! Bu yüzdendir ki, bencil ve ego yarışı içinde çatırdayan evlilikler, ilk ve muhtemelen saçma fikir ayrılığında kolaylıkla tartışmayla hatta kavgayla sona eren dostluklar, “dur o beni kandırmadan ben kandırayım” fikriyle yapılan ticaretler, tatsız, ruhsuz sohbetler sarmalında savrulup duruyoruz adına hayat dediğimiz sıradan günler yaşarken. Çiğnemeden yuttuğumuz, özüne varamadığımız, eskitip öylece savurduğumuz, kupkuru günler.

                Huyumuzdur, eskiyi yâd ederken “Nerde…” diye başlarız hep, suçu başkasına atarcasına: “Nerde eski bayramlar, dostluklar, komşuluklar, insanlık…” gibisinden. Cevap veriyorum: Burada! Tam da bulunduğumuz, bu yazının kaleme alındığı ve okunduğu yerde! Hiçbir şeyin bir yere gittiği yok aslında, sorun, bizim artık burada olmayışımız. Çünkü düşündüğümüz kadar varız. Ve eskiden düşünürdük. Ya da bizim adımıza düşünen birileri vardı. Düşünüp kafa yorar, konuyu ölçer tartar, mümkün olan en makul kararı sunar, bizi de o karara uymaya ikna ederlerdi. Bu kişiler genelde aile büyükleri, bazen de akrabaların önde gelenleri veya kanaat önderleri olurdu. Konu çözülür, tatlıya bağlanırdı. Şimdilerde ise herkes kendi aklını üstün tuttuğu için, ne isterse onu dayatma peşinde. Liderlik yapması gerekenler de giderek eksildiği ve kalanlar da artık kendi değirmenine su taşıma derdinde olduğu için herkes kendi düşüncesiz adaletini yaratmayı seçiyor. Ve böyle giderse, bugünü bile arayacağız. Her neyse, ben iyisi mi susup biraz daha düşüneyim, malum, ÇOKTUR İŞİM!

COMMAGENE GAZETESİ

ADIYAMAN'DA CORONA ALARMI

Son aylarda tüm dünyayı kasıp kavuran "Corona" salgını, sonunda Adıyaman'ı da vurdu. Hemen her gün ana haber bültenlerine konu olan hastalık ve belirtilerini bahane eden hemşerilerimizin sağlık ekiplerine yaptıkları asılsız ihbarlar, kentimizin acil servislerinde alarm durumuna geçilmesine neden oldu. Konuyla ilgili mikrofonlarımızı uzattığımız Adıyaman İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Necati YABENİMSİNYAGÜNEŞİN: "Bilindiği gibi Corona hastalığının belirtileri ateş, baş ağrısı, eklem ve kas ağrısı, halsizlik, ishal, kusma, mide ağrısı ve iştahsızlıktır. Yaşlı insanların, sürekli olarak bu saydığım belirtilerden en az birini taşıdıkları da malumunuz. Şehrimizin sosyo-ekonomik durumu da ortada. Birçok vatandaşımız mecburen eşinin anne babasıyla beraber yaşamak zorunda. Bunların bir kısmı, özellikle de kadınlar, kaynanalarının Corona virüsü taşıdığını iddia ederek karantina altına alınmalarını talep ediyorlar. İhbarı değerlendirmemek gibi bir lüksümüz de olmadığı için 24 saat teyakkuzdayız. Lütfen buna bir son verilsin!" diyerek kamuoyuna çağrıda bulundu. Adıyaman 82. Yıl Devlet Hastanesi'ne giderek Ebola şüphesiyle karantinaya alınan yaşlı bir teyzeye mikrofonlarını uzatan muhabirimiz, aldığı tarihi cevapla gazetemize döndü: "La oğlum ne koronası? Ben bi kere İngilizce bilmom!" //Hüseyin Tepeler, 82. Yıl Devlet Hastanesi Çay Ocağı

ADIYAMAN ATASÖZLERİ VE DEYİMLER SÖZLÜĞÜ

“hulkı daralmak”: Sıkıntıdan patlayacak gibi olmak (buradaki “hulk” kelimesindeki “h” ve “k” seslerini gırtlaktan yöresel şiveyle çıkarmak gerekir).

Örneğin;     “Ehmet, olım hele şu kanalı değiştir hele saba belli hulkımız daraldı haa!”

Veya;          “Anne bu Nayle teyze bize gelince benim hulkım daralor. Kadın heç susmor yanı yere gelesice!”