Aritmetiğin Siyaset Üzerindeki Vesayeti


 Adnan Boynukara    19.07.2020 11:48:12  


Aritmetik önemli ama siyaset tek başına aritmetik değildir. Siyaset tek başına bu denkleme indirgendiğinde sorun çıkıyor. Çünkü siyasette asıl olan halkın sorunlarını tespit etmek, anlamak, somut çözüm önerileri geliştirmek ve bunları da paylaşmak, anlatmaktır. Politik öneriler etraflıca ve doğru argümanlarla anlatıldığında, aritmetik yaklaşımları boşa çıkaran sonuçların alınabildiğini biliyoruz. Milletin ana gündemi sorunlarının çözümü, tek başına aritmetik hesaplar değil.

Siyasetçiler bir yanda erken seçim olasılığını tartışıyor, öte yanda da arayışlar, planlamalar ve hesaplamalar yapılıyor. Normal şartlarda 2023 yılında yapılacak seçimlere ilişkin birçok senaryo konuşuluyor. Senaryoların tümüne yakını ise aritmetik hesaplar üzerine kuruluyor.

 Bu yoğunluk içinde konuşulmayan ve gündemde olmayan ise ülkenin temel sorunlarına ilişkin ana politikalar, aritmetik hesaplar çerçevesinde bir araya gelmesi öngörülen partilerin aralarındaki düşünsel farklılığı nasıl aşacakları ve hangi sorun alanları konusunda ortaklaştıklarıdır.

 Aslında iktidarın uygulamaları ve temel politikaları belli. Çünkü 18 yılı aşkın süredir ülkeyi tek başına yönetiyor. Kimi değişiklikler yaşanmış olsa da hükümetin/AK Parti’nin politikalarının ana ekseni değişmedi. Sıklıkla gündeme getirilen kimi politik değişiklikler ise hükümeti destekleyen seçmenler tarafından sorun olarak görülmediği için hala tek başına iktidarda.

 Çünkü hükümetlerin uyguladığı politikaların tescil makamı seçimlerdir. İktidar ise girdiği tüm seçimleri kazandı. Bu nedenle, tek başına uzun iktidar süreçlerinin yaşandığı ülkelerde seçmen, hükümetten daha çok muhalefet partilerinin tutumlarını ve politikalarını merak eder. Onların politik önerilerini bir süzgeçten geçirir, hükümet uygulamalarıyla kıyaslar ve ona göre karar verir.

 Muhalefet partileri izlendiğinde, yakın dönemde kurulan partilerin, belki de yeni olmalarının verdiği motivasyonla, politika konuşmayı tercih ettikleri görülüyor. Ancak muhalefet blokunu oluşturan ve son seçimlerde birlikte hareket eden CHP, İYİ Parti ve HDP’den ülkenin temel sorunlarına ilişkin somut çözüm önerileri çıkmıyor.

 Halkın çok iyi bildiği ve seçim dönemlerinde tekrarlanan, jenerik cümlelerle geçiştirilen politik (!) bir tutum var. Açık veya kapalı alanlarda konuşulan tek mevzu ise geleceğe ilişkin politik çözüm önerileri değil, partilere ilişkin sayısal veriler. Yoğun bir biçimde dört işlem üzerinde yürüyen ve siyasal verilerin içinde olduğu bir konuşma/tartışma zemini var.

 Siyasal İttifak mı, Sayısal ittifak mı?

 Aritmetiğin konuşulduğu ve siyasetin üzerinde belirleyici olduğu bu dönemde tartışılması gereken konuyu “siyasal ittifak mı sayısal ittifak mı?”, “sayısal ittifakın ortaya çıkarabileceği sonuçlar nelerdir?”, “sayısal ittifak toplum mühendisliği anlamına gelir mi?” gibi birçok soru üzerinden konuşulabilir. Bu ve benzeri soruları sağlıklı bir biçimde tartışabilmek ve doğru sonuçlara ulaşabilmek için siyasetin sayısal ittifaklara kurban edildiği yakın tarihi hatırlamakta fayda var.

 1997-2002 yılları arasındaki dönem, siyasalı dışlayan sayısal ittifakların kurulduğu dönemdir. Aslında; sayısalın belirleyici olması, 24 Aralık 1995 tarihinde yapılan seçimde RP’nin %21 ile birinci parti olmasıyla başladı. Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, yasa gereği hükümeti kurma görevini Erbakan’a verdi. İşte o an ‘sayısal ittifak’ denklemi devreye girdi ve diğer partiler RP ile koalisyona yanaşmadılar. Hükümeti kurma görevi Yılmaz’a verildi, kimi yönlendirmelerle birlikte ANAP ile DYP koalisyonu kuruldu ve bu hükümet üç ay sürebildi. Ardından hükümet kurma görevi tekrar Erbakan’a verildi ve 8 Temmuz 1996 tarihinde RP ile DYP koalisyonu kuruldu. Hükümetin kurulmasından 7 ay sonra 28 Şubat post-modern askeri darbesi oldu ve kararlar alındı. 21 Mayıs 1997 tarihinde ise RP hakkında kapatma davası açıldı. RP ile DYP arasındaki protokole göre 2 yıl Erbakan başbakanlık görevini yürütecek, sonra görevi Çiller’e devredecekti. Kapatma davası açılınca, hükümeti sürdürmek amacıyla ve protokolde var olan 2 yıl başbakanlık süresi dolmadan, hükümete karşı yapılan operasyonu boşa çıkarmak amacıyla Erbakan başbakanlığı Çiller’e devretmek için 18 Haziran’da istifasını Demirel’e sundu. Demirel ise hükümeti kurma görevini Çiller yerine Yılmaz’a verdi. Yılmaz ise ‘sayısal ittifakı’ sağladı ve ANAP+DSP+DTP (hükümet kurabilecek sayıyı tutturmak için DYP’den kopartılan vekillerin kurduğu parti) koalisyon hükümetini kurdu. CHP ise koalisyona dışarıdan destek oldu. Ardından 1999 seçimleri ve sayısal ittifaka dayalı DSP+MHP+ANAP hükümeti kuruldu.

 1997-2002 yılları arasında 4 ayrı hükümet kuruldu. Bu süreç için yani sayısal ittifakın oluşması amacıyla sendikalar, işveren ve esnaf örgütleri bir araya getirilerek geniş kapsamlı bir toplum mühendisliği projesi yürütüldü. Bugünkü koşulların çok farklı olduğu açık. Son tahlilde yaklaşım benzer ve şu an için rakamlara dayalı bir iktidara gelme süreci tercih ediliyor.

 Sayısal İttifakın Sonucu

 1995-2002 yılları arasında siyaseti ‘esir’ alan sayısal ittifaklara dayalı politik tutumun ülkeye faturası büyük oldu. Bunun ilki, yaşanılan ekonomik sorun. O süreçte Türkiye oldukça ciddi bir ekonomik krize girdi ve 25 banka battı. Dönemin TMSF başkanı, batık bankaların ülkeye faturasının 31,4 milyar dolar ve ekonomide oluşturduğu toplam maliyetin ise 65 milyar dolar olduğunu açıkladı. TMSF başkanı, 2001 ekonomik krizinin toplam maliyetinin ise 251,5 milyar dolar olduğunu ifade etmişti. Bu ise ülkenin borçlanması ve yoksullaşması anlamına geliyordu.

 Diğer önemli bir konu ise sayısal ittifakların yol açtığı politikasızlık ve dolayısıyla da çözümsüzlük hali. Yani politik kriz. Çünkü salt sayısala yaslanıldığında ortaya çıkan siyaset halinin sonucu politikasızlıktır. Bu da ülkenin hiçbir sorununa çözüm üretemedi. Çünkü farklı partilerin bir araya gelmesi ve ortak siyaset üretmelerinin zor olduğu bir siyasal geleneğe sahibiz.

 Ortak politik set üretme imkânı zayıf. Öyle ki; ekonomik krizi çözmek için Dünya Bankası ve IMF politikaları uygulandı. Toplumsal hiçbir sorun ise gündem maddesi dahi olmadı. Sonuç itibariyle mevcut durum analiz edildiğinde, politik bir hazırlığın olmadığı, bunun yerine aritmetik denklem oluşturmaya odaklanmış bir tarzın her şeyi dizayn ettiği bir süreç yaşanmıştı. Bunun ise ülkeye herhangi bir katkısının olmadığı açıktı.

 Bununla birlikte sayısalı tümden mahkûm etmek doğru değil. Çünkü son tahlilde siyaset, politika üretmek ve halktan oy almaktır. Oy ise sayıdır. Örneğin; 2002 seçimleri bir yönüyle ‘kusursuz’ bir siyasetin sayısal sonucuydu. AK Parti 34,28 ve CHP 19,39 oy aldılar. Seçmenin geniş bir kesimi Meclis dışında kaldı. 2002 seçimlerinde partiler, sayısalın farkında değillerdi. Ancak yeni sistem tüm partilere sayısalın kıymetli olduğunu gösterdi. Bununla da kalmadı, (neredeyse) tek siyaset aracı haline getirdi.

 Toplum Mühendisliği Çözüm mü?

 Aritmetiğe dayalı bu siyaset tarzı, bir anlamıyla da toplum mühendisliğidir. Bu siyaset biçimi kısa süreliğine kazançlı gibi görünebilir. Ancak siyasetin gerçek doğasına ve ülkenin temel sorunlarına odaklanmak yerine, iktidara gelmek için salt sayısal ittifaklara bel bağlamak, belli bir süre sonra siyasal konfora yol açar. Bu ise toplumdan kopmak ve toplum mühendisliği projelerinin yol olacağı bir siyaset tarzını ortaya çıkarır. Ve bu durum, belli bir süre sonra siyaseti kontamine eder yani kirletir. Çünkü toplum mühendisliğinin temel çıktısı, sayısal bir dayanışma ile iktidarı elde etmeye dayalıdır. Bu yöntem, topluma hiçbir şey vaat etmeyen, sorunlara odaklanmayan, ülkenin problemlerine ilişkin politik önerilere kafa yormayan ve içi boş retoriğe dönüşmüş siyasetsiz particiliktir.

 Türkiye’nin yakın siyasi tarihinin bize gösterdiği en temel konulardan birisi de toplum mühendisliğine dayalı tarzın, süreç içinde siyaseti vesayet altına almasıdır. Diğer vesayet biçimlerinden farklı olarak, siyasal elitlerin ürettiği bu vesayet, er ya da geç büyük kırılmalara, toplumsal alt-üst oluşlara yol açar. 1997-2002 yılları arasında yaşanan buydu.

 Unutulmaması gereken şey, siyasetin sayılardan daha büyük, anlamlı ve güçlü olduğu gerçeğidir. Toplum mühendisliğinin, siyasi mühendisliğin hiçbir soruna çözüm üretemediğidir. Bırakın sorunlara çözüm üretmeyi, siyaseti tükettiğini görmek lazım. Dolayısıyla, siyasal tarihimiz dikkate alınırsa, toplum mühendisliği faaliyetlerinin çözüm olmadığı net olarak görülür.

 Karşıtlık ve İktidarın Hata Yapmasını Beklemek Siyaset mi?

 Muhalefet blokuna egemen olan mevcut tutumun beslendiği temel alanlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığı üzerinden bir araya gelmek, seçim dönemine kadar bir şey söylemeden, iktidarın hata yapmasını beklemek ve iktidara yönelik hoşnutsuzluğun yükselmesini ummak üzerine oturtulmuş.

 Ancak bunlar yeterli olmadığı için partilerin tabanını konsolide etmek de gerekiyor. Bunun için kimi ideolojik fay hatlarını uyarmaya, diri tutmaya dayalı tiyatral bir şov yapılır. 2014 yılından bu yana sergilenen bu tutumun, politika olmadığını yapanlar da çok iyi biliyor. Ancak 31 Mart yerel seçimlerinde bir araya getirilen rakamlar üzerinden elde edilen kimi sonuçlar nedeniyle, bu ‘konforlu’ zeminin sürdürülmesi tercih ediliyor.

 Kemal Kılıçdaroğlu bu tutumu, katıldığı bir programda açık bir biçimde, “bizi bir araya getiren Erdoğan’ın yaptığı yanlışlardır” demişti. Muhalefet blokunda yer alan diğer partilerde aynı düşüncede mi bilmiyoruz. Ancak bu ifadenin politikasızlığın ilanı olduğu açıktır.

 Birilerinin “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanlışlarından dolayı bir araya gelmek yerine, ülkenin temel sorunlarının çözümü ve evrensel doğrular etrafında bir araya gelmemiz lazım” demesi şart. Ne yapacaklarını tartışmadan, bir proje ortaya koymadan seçmen nezdinde umut, güven ve heyecan oluşturmak mümkün değil.

 Seçmen, “o kalksın biz oturalım” anlayışına oy vermez. Temel soru şu; politika yapmak yerine sadece karşıtlık üzerinden bir araya gelen ve kendi geleneksel tabanını hoşnut etmeyi hedefleyen bir siyasi partiye seçmen neden yönelsin?

 Seçmenin partilere ilişkin pozisyonunu gözden geçirebilmesi için partilerin geçmişte yaptıkları yanlışlara ilişkin özeleştiri yapması ve sahici bir dille geleceğe ilişkin politika yapmaları gerekir. Sadece eleştiri içerikli politik söylemin seçmen nezdinde karşılığının olmadığı biliniyor. Çünkü seçmenin kendisi olan biten her şeyi çok net bir biçimde görüyor.

 Seçmenin asıl merak ettiği muhalefet blokunun çözümünün ne olduğudur. Bu olmayınca ortaya çıkan tek sonuç, kendi tabanını diri tutmaya yönelik jenerik ifadeler. Bu nedenle de, muhalefetin oylarında artış olmuyor. Sadece bloku genişleterek sonuç alınabileceği değerlendiriliyor. Benzer sorun iktidar bloku içinde geçerli. Var olan ortaklığı muhafaza etmeye dayalı bir pozisyon sürdürülüyor.

 Çözüm; Rakamlara Değil Siyasete Dayanmaktır

 Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi herkes aritmetik hesaplar peşinde. Partiler yan yana konuluyor ve almış oldukları/alabilecekleri oy oranları hesaplanıyor. Sonrasında bu sonucu artırmaya ilişkin yeni hesaplar yapılıyor. Sadece seçimi kazanmak için. Peki, seçimi kazanmanın yolu, doğru politikalarla halkın karşısına çıkıp kendini ve ne yapacağını anlatmak mı, yoksa aritmetiğe yaslanmak mı?

 Mevcut politika yapma anlayışı, şu an için aritmetiğe yaslanmayı tercih etmiş durumda. Türkiye’de, sayısala yaslanmanın yol olmadığını, asıl yolun ülkenin sorunlarına çözüm üretmek, devletin işleyişini tıkayan noktalara müdahale etmek ve bunun siyasetini yapmak olduğuna ortaya koyan onlarca örnek var. Bazılarını hatırlamak gerekirse;

 2002 yılında yapılan seçimde AK Parti %34,3 oy almıştı, 2007’de ortaya çıkartılan Cumhurbaşkanlığı seçimi krizi sonrasında yapılan seçimde partinin oyları %46,5’e yükseldi. Kısa süre sonra ana aktörü AK Parti olan referandumda ise (genel seçimlerin süresini 5 yıldan 4 yıla indirilmesi, Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi) oyların %69’nu aldı. Yani, bir önceki seçimde almış olduğu oyun yaklaşık 23 puan üzerinde bir destek. Burada aritmetik yoktu, hesap yoktu, sadece politika vardı.

 2009 yerel seçimlerinde AK Parti’nin oyları %38 civarına düşmüştü. Hükümetin hazırlamış olduğu 2010 anayasa değişikliği önerisi %58 ile kabul edildi. Bu sonuç, CHP ile MHP’nin aktif muhalefetine ve HDP siyasal çizgisinin o zamanki partisi olan BDP’nin boykotuna rağmen alınmıştı. Ortaya çıkan bu sonuç, AK Parti’nin en son seçimde aldığı oy oranının yaklaşık 20 puan üzerindeydi.

 Üzerinde durulması gereken diğer bir örnek ise 16 Nisan 2017’de yapılan halk oylamasıdır. Referanduma sunulan paketi destekleyen partilerin son seçimdeki toplam oy oranları %63 civarındaydı. Ama anayasa değişikliği %51,4 oranında bir oyla kabul edildi. Referandum sonucu açısından istenen sonuç alınmıştı, ama aritmetik farklı işlemişti.

 Bu örneklerin bize gösterdiği, aritmetik önemli ama siyaset tek başına aritmetik değildir. Siyaset tek başına bu denkleme indirgendiğinde sorun çıkıyor. Çünkü siyasette asıl olan halkın sorunlarını tespit etmek, anlamak, somut çözüm önerileri geliştirmek ve bunları da paylaşmak, anlatmaktır. Politik öneriler etraflıca ve doğru argümanlarla anlatıldığında, aritmetik yaklaşımları boşa çıkaran sonuçların alınabildiğini biliyoruz. Milletin ana gündemi sorunlarının çözümü, tek başına aritmetik hesaplar değil.

 Tekrarlamakta yarar var; aritmetiğe ve dolayısıyla da toplum mühendisliğine yaslanmak farklı vesayet merkezleri üretmektedir. Devlet içi mekanizmalardan yararlanarak oluşturulan vesayet odaklarıyla mücadele etmek kolaydır. Çünkü ne yaptıkları bilinir. Ama toplum mühendisliği üzerinden oluşturulan vesayet odaklarıyla mücadele, sanıldığının aksine daha zor ve risklidir.

 Tüm zorluğa ve risklere rağmen bu ülke, toplum mühendisliği üzerinden üretilen vesayet odaklarına dayanarak siyaset yapmaya çalışanların kısa süre içinde tükendiğinin örnekleriyle dolu. Son söz olarak; salt aritmetik hesaplar siyaseti tüketir, sahici bir siyaset ise aritmetiği yönetir.

Bu makale yazarımızın bilgisi dahilinde perspektif.online.com'dan alıntılanmıştır.

Yazının tamamı: https://www.perspektif.online/aritmetigin-siyaset-uzerindeki-vesayeti/