Bir avuç “güzel”lik


 Hüseyin Tepeler    18.10.2020 10:42:44  


1989… Gavur mahallesi… Adıyaman’da “orman binası” diye tabir edilen, Orman Müdürlüğü bünyesindeki lojmanların arkasındaki evlerden başlayıp, kilise ve -o zamanki adıyla- Namık Kemal İlkokulu’nun arkasındaki sokağa kadar uzanan yerleşim alanlarının tamamını içeren muhit. Yan yana dizili, hangisinin hangi dine, ırka, mezhebe veya meşrebe dahil olduğunu asla tahmin edemeyeceğiniz, iyi kötü bir tahmininiz varsa da çok büyük ihtimalle yanılacağınız, hani denir ya “mozaik gibi” diye,  o bile hafif kalır, “ebru” gibi iç içe geçmiş hayatları süren nev-i şahsına münhasır insanların yaşadığı o eşsiz, o güzel mahallede geçti bu anlatacaklarım.

            Hayatımın o gün ve daha sonrasını şekillendiren; aldığım, almakta olduğum ve alacağım her kararı etkileyen derslerini içeren bu anı, dahası o muhitte yaşayan çocuklardan biri olan benim de şahidi olduğum bu olay, aslına bakılırsa, olması gerekenleri meziyet sayan, hele de o günün şartlarına göre değerlendirilirse solda sıfır sayılabilecek detayları içermektedir.

            Güzel hanım. Kocasının cezaevinden çıktığı günden beri üç beş kuruş için sağda solda çalıştığı, altı çocuğu büyütmeye çalışan, mahallenin tek, sayısı şehrin bir elin parmaklarından daha az olan kadın terzilerinden biri olan o yoksul ailenin annesi ve oğlunun anısıdır bu anlatacağım. Bir şeylerin paradan ziyade müşterisinin ürettiği şeyle takas edildiği, yok ille de parayla ödenecekse fiyatının alıcının insafına kaldığı, öde(ye)mezse de “canın sağolsun” diye geçiştirildiği o malum yokluk zamanlarında yaşandı bunlar.

            Kadın o gün her zamanki gibi bin bir emekle dikiş makinesinin başında cebelleşirken, oğlu da sokakta o kısacık boyu, minicik elleriyle Adıyaman ağzında “gürle” diye tabir edilen misketlerle oynamaktaydı arkadaşlarıyla. İlkbaharın son günleriydi. Sokak, toprak yolunda irili ufaklı su birikintileriyle doluydu. Derken, sokağa yine Adıyaman tabiriyle “tablacı” veya “el arabacı” denen bir seyyar satıcı geldi. Ve avazı çıktığı kadar defalarca seslendi adam: “Baaadeeem, taze baadeem!”

            Çocuk, annesinin en sevdiği yiyeceklerden birinin, taze badem, diğer adıyla “çağala” olduğunu adı gibi biliyordu. Bütün arkadaşları oyunu bırakıp, sokaktan nadiren geçen her satıcıya yaptıkları gibi bu tablacının da etrafına dizildiler. Kimisi parayı verip satın alırken bazıları da küçücük gövdeleriyle önden iterek durdurmaya çalışıp bir yandan da balkondan para atmaları için evdeki annelerine seslenmekteydi. Bizimkisi de o hengâmede o minicik eliyle birkaç tane taze bademi -hangi cesaretle bilinmez- gizlice almayı başarmış, kahverengi pantolonunun cebine iliştirmişti. Durmadan “Acaba adam fark etmiş midir” korkusuyla bir arkasına bir önüne baka baka, evinin bahçe kapısına kadar hızla koştu. Kapıya geldiğinde içeriye seslendi: “Anneee, sana badem getirdim!”

            Annesi başlarda makinenin sesinden olsa gerek, çocuğu duymadı; fakat birkaç saniye sonra onun kendisine doğru koştuğunu fark edince telaşla işini bıraktı ve kalbi ürkek bir serçe gibi atan çocuğunu sarılarak kucağına aldı. Çocuk hemen o minik ellerini açtı ve nefes nefese “Anne bak badem…” diyerek elindekileri annesine uzattı. Kadın istifini bozmadan şöyle bir doğruldu ve “Gel oğlum” diyerek çocuğunun öteki elinden tutup hızla sokağa çıktı. Seyyar satıcıya doğru ilerlerken çocuk bir yandan annesine bakıp olanlara anlam vermeye çalışırken bir yandan da suçluluk duygusu ve korkuyla adımlarını ağırlaştırdı. Fakat kadın bu duruma çocuğu çekiştirerek değil, adımlarını ona göre ayarlayarak karşılık veriyordu. Derken satıcının yanına geldiler. Birkaç dakika önce oraya üşüşmüş olan çocukların çoğu uzaklaşmıştı ve adam artık yoluna devam etmek üzereydi. Kadın, bir yandan satıcıyı lafa tutarken bir yandan da müthiş bir oyunculuk örneği sergileyerek adama fark ettirmeden çocuğu, arkasında sımsıkı tuttuğu avucundaki bademleri hafif bir silkemeyle tezgaha bırakmaya mecbur etti. Sonra, yarım kilo badem satın alarak çocuğuyla beraber evin yolunu tuttu.

            Eve dönünce ikisi bademleri çay altlığındaki tuza batırıp batırıp afiyetle yediler. Çocuk başlarda bu duruma bir anlam veremezken, sonradan, kendisini yaşananların akışına bırakarak bir yandan yiyip bir yandan da keyifle kıkırdıyordu. Çok geçmeden, annesi oğlunu omuzlarından hafifçe tutup ciddiyetle gözlerinin içine baktı ve yalnızca şunları söyledi: “Çalma oğlum, aman, kimseden hiçbir şey çalma!” Çocuk, ön dişleriyle tam ortasından yatay bir şekilde ısırarak böldüğü bademin bir yarısı ağzında öteki elinde kalacak şekilde donup kaldı.

            O kadın o çocuğa o gün hiç kızmadı. Bağırıp çağırsa, çocuk belki bunu kanıksar, yedi yaşında yaftalandığı bu durumun hakkını belki ömrünün geri kalanında vermeye çalışırdı, kim bilir. O kadın o ilk gelen bedava birkaç bademi yemedi. “Getir bakalım şunları” dese, yese, çok daha büyük ihtimalle oğlunun karakterini “hırsız” olarak şekillendirebilirdi. O kadın o yoklukta, belki de o akşam ailesinin yiyeceği yemekten vazgeçip, büyük ihtimalle de son parasıyla; ekmek, soğan ve salça üçlüsünden herhangi birinden vazgeçmek pahasına, o ilkokul mezunu kadın, çocuğuna bu hayat dersini vermişti.

            Şimdilerde adam olan o çocuk ise, çok küçük yaşlarda başladığı hayat savaşından her seferinde ve sadece alnının teriyle, imkansızlıklara rağmen, dört dil üç enstrüman, tiyatro ve drama eğitimi, Güneydoğu Anadolu birinciliği, Türkiye derecesiyle, ODTÜ, derken, bu yazıyı kaleme alan ve bu anısını dersine girdiği her sınıfta bütün çocuklarla paylaşan bu öğretmen oldu. O çocuk, hiç kimseden asla hiçbir şey çalmadı.

 

COMMAGENE GAZETESİ

ADIYAMAN'DA HER TÜRLÜ ANKET YASAKLANDI

Şehrimizde uygulanmaya başlayan tuhaf yasaklara bir yenisi daha eklendi. Kamuoyu araştırmaları şirketleri, aldıkları ortak kararla bundan böyle 50 sene boyunca bir daha Adıyaman'da anket yapmama kararı aldı. Gazetemize açıklamalarda bulunan A&G Araştırma Şirketi Müdürü Fevzi BEŞPOPÜLERCEVAPARIYORUZ: "Bu radikal kararı almamızın nedeni, Adıyaman insanının kendisine yöneltilen hemen hiç bir soruda konuyla ilgili ve tutarlı cevaplar vermemesidir. En az 50 yıl bu şehre girmemize gerek yok" şeklinde konuşarak bu kararın nedenini şöyle örneklendirdi: "Mesela bugün arkadaşlarımız Adıyaman Eskisaray'da vatandaşlarımızın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son dönemlerde Twitter'ı kapatmak istemesini doğru bulup bulmadıklarını sordu, aldıkları cevaplardan bazıları şu şekildeydi:

- Tivitır çiye law? Tışte xorine (Twitter nedir lan? Yeniyor mu?)?

- Ne var yani bizim hanım da kapalı?

- Bilmom!

- La hele yiri sen de bizle mi zaklanon (alay ediyorsun)?

- Teyip bavıka bavık! (Recep Tayyip Erdoğan babadır baba!)

- Kapatsın ya! Orda herkes vıt ator (yalan söylüyor)!

- Valla sular kesilmiş ben geldim ki camide bidonu doldurim.

- (Yaklaşan dolmuşu kastederek) Kızım hele bak şu gelen hastane mi?"

// Hüseyin TEPELER, Eskisaray Camii Durağı

 

ADIYAMAN ATASÖZLERİ VE DEYİMLER SÖZLÜĞÜ

“fenikmek”: Özellikle de sıcak hava yüzünden ruhu sıkılmak, çıldıracak raddeye gelmek.

Örneğin;     “Kız Ayten acı babaya rahmet bana buz gibi bi su getir, feniktim!”

 

“Ölüler de bellor ki diriler hep helva yor (yiyor)”: Bir şekilde bir yerle bağlantısını koparıp rahata kavuşan insanlar, sonrasında başka yerlerde bir şeylerle cebelleşmeye devam etmek zorunda kalan insanların bu durumunu bir türlü kabullenmezler.