Anayasa, demokratik devlet ve kurumsallık


 Adnan Boynukara    21.02.2021 09:32:02  


Demokratik süreçlerin işlediği bir ülkede asıl olan iyi yöneticilerin varlığı değil devletin demokratik karakteri, tüm vatandaşların eşit haklara sahip olduğunun kabul edilmesidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “esasen Türkiye’de sorunların kaynağının 1960’tan beri hep darbeciler tarafından yapılan anayasalar olduğu açıktır” ifadesiyle gündeme gelen yeni anayasa tartışmalarında, içerikten önce, anayasanın en temel özelliği olan devletin ana karakteri konusunu konuşmak gerekir.

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün konuya ilişkin açıklamada vurguladığı, “1921 Anayasası’nın ruhuyla” ifadesi de bu konuya işaret etmektedir. Çünkü bu konu, anayasanın yazımını, sonrasında yapılacak yasal düzenlemeleri ve uygulama süreçlerini etkileyen, hatta biçimlendiren bir meseledir. 

DÖNEMSEL ÖTEKİLEŞTİRME

Cumhuriyet deneyimi, farklı gibi görünen siyasal anlayışların, ideolojilerin iktidar olduğu bir süreçtir. Yaşanan tüm deneyimlere rağmen, geri dönüp baktığımızda, kalkınma konusunda olumlu gelişmelerin ortaya çıkmasına karşılık, devletin ana karakterinin neden olduğu sorunların devam ettiği görülür.

Bu anlamda; egemen olan ana tutumu; iktidarda olan siyasal anlayışın kendi ‘karşıtları’ olarak konumlandırdığı toplumsal kesimleri ötekileştirdiği bir yönetim perspektifi olarak somutlaştırabiliriz.

ADLARI FARKLI, UYGULAMALARI AYNI

1921 Anayasası, olabildiğince kuşatıcı ve tüm toplumsal kesimlerin kendilerini eşit vatandaş hissedeceği bir anayasa olarak kabul edilir. Bu; Osmanlının yıkılış sürecinde ortaya çıkan ayrıştırıcı yapılara karşı, cumhuriyetin ortaya koyduğu birleştirici olma iddiasının yazılı metne dönüşmüş haliydi. Ama bu süreç çok uzun sürmedi.

Çünkü Osmanlının modernleşme süreciyle ortaya çıkan muhafazakâr eksen ve Batıcı/‘modernleşmeci’ eksen, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren sistem üzerinde belirleyici olmaya başladı. Siyasi yapılar farklı isimlere sahip olsalar da, tüm süreçler bu iki ana eksen tarafından biçimlendirildi. Bu iki ana eksenin temel özeliklerinden birisi de toplumsal yapı itibariyle çevreye itilmiş olan kesimleri politik söylemin ana unsuru olarak kullanmaları ve bu şekilde iktidara gelmeleridir.

İktidar sürecinde ise bu kesimler unutulurken yalnızca belli bir kısmı dönüştürülerek, uyum sağlamak koşuluyla merkeze taşınır. Ana kitle ise bir başka süreçte kullanılmak üzere terk edilir. Bu sürece toplumun da dahlini unutmamak gerekir.

Toplumun tüm kesimleri, hep birlikte “bizler, bize yapılanı başkalarına yapmanız için mi iktidar olmanıza destek olduk” sorusunun peşine takılırsa bu döngü bozulabilir. Ancak içine sokulduğumuz öfke sarmalı sağlıklı düşünmemizi sınırlıyor ve döngünün değirmenine su taşımaya devam ediyoruz. Bu nedenle de bahsettiğimiz siyasal eksenler aslında birbirini besliyor ve yeniden üretiyor. 

ASIL OLAN KARAKTER Mİ YÖNETİM Mİ?

Çoğu zaman devletin üzerine oturduğu gelenek esas alınarak, biraz da övünme edasıyla, “binlerce yıllık devlet geleneği” türü vadesini içeren cümleler kurulur. Bu noktada, “asıl olan devletin karakteri mi, yoksa kimin yönettiği mi” sorusunu ciddiye alıp tartışmakta yarar var. Bu soruya, “kimin yönettiği daha önemli” cevabını vermek çok zor. Çünkü somut örnekler az.

Oysa demokratik süreçlerin işlediği ve yönetimin seçimlerle belirlendiği bir ülkede, asıl olan iyi yöneticilerin varlığı değil, devletin demokratik karakteri, tüm vatandaşların eşit haklara sahip olduğunun kabul edilmesi, yasaların demokratik geleneğe göre hazırlanmış olması ve bunların düzenli olarak uygulanmasıdır. Yeni anayasa tartışmalarının gündeme geldiği bu süreçte, toplumun tüm kesimlerinin üzerinde durması ve tartışması gerektiğini vurguladığımız soruya verilecek cevap, hepimizin hayatını etkileyen bir meseledir.

Burada asıl olan, devlet denilen aygıtın kanun, teamül ve kurumlara dayanması ve yasaların kim olursa olsun, herkes için uygulanıyor olmasıdır. Bu konuda ortaya çıkabilecek herhangi bir ayrımcılık, devletin temel karakterini ortadan kaldırır.

GÜÇLÜ DEMOKRATİK KARAKTER İÇİN

Yeni anayasa tartışmalarında devletin demokratik karakterinin dönemlere/yönetenlere göre değişmemesi, vatandaşların yaşam koşullarının yönetenlere göre farklılık göstermemesi ve dönüşümlü ötekileştirme anlayışına dayalı siyaset tarzının gündemden çıkması için yapılması gerekenlere odaklanmakta fayda var. Genel hatlarıyla, devletin demokratik dönüşümü olarak ifade ettiğimiz bu tartışmayı başlatmak açısından, aşağıdaki konuları gündeme getirmek mümkün.

1- Anayasa, toplumsal mutabakat metnidir. Bu nedenle; yazım sürecinde iki temel konuya dikkat etmek gerekir. Bunlar; toplumsal kesimlerin katılımı için gerekli olan siyasal iklimi oluşturmak ve toplumsal mutabakat metni ruhuna uygun olarak, insanların görüşlerini ifade etmelerine olanak tanımak. Görüşlerin ifade edilmesi ve konuşulması, peşinen kabul edileceği anlamına gelmez. Ama bu imkânın olması önemlidir.

Sonuçta, halkın çoğunluğu veya temsilcilerinin çoğunluğu buna karar verecektir. Dolayısıyla; insanların düşüncelerini ifade etmesini şu veya bu gerekçe ile sınırlamak, “hepimiz eşit haklara sahip vatandaşlar değiliz, bizim ayrıcalığımız var” demektir. Kimi konuları ‘konuşulamaz’ parantezine almak yeni anayasa hazırlamak anlamına gelmediği gibi halkın görüş açıklamasına ipotek koymaktır ve kabul edilemez.

2- Öncelikle devlet tanımını konuşmak gerekir. Devleti, temel özellikleri üzerinden değil, sorumlulukları üzerinden tanımlamak. Özelliklerini ifade etmek ayrı bir konu. Ancak sorumluluklara vurgu yapmak, altını çizmek ve sorumlulukları üzerinden tanımlamak çok daha önemli.

Kanunu uygulayan, vatandaşları arasında ayrımcılık yapmayan, inisiyatife değil kanuna vurgu yapan, vatandaşların inançlarını yaşamasına ilişkin koşulları sağlayan bir devlet… Özellikle birey için de devletin kendisi için de inisiyatifin değil, hukukun uygulandığı bir yapı.

3- Devleti, ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin ‘mülkü’ kılmak. Öyle bir yönetim perspektifi geliştirilmeli ve uygulanmalı ki, hiç kimse keyfi olarak veya güce dayanarak hiç kimseyi ötekileştiremesin ve vatandaş da kendini öteki hissetmesin.

Çünkü kanunların herkes için eşit olarak uygulamak ve gücün keyfi uygulanmasının önüne geçmek, devletin temel sorumluluğudur. Bu yapılmadığı zaman, devlet eliyle devletin ana karakterinde aşınmaya izin verilir, göz yumulur. 

4- Devletin işlemlerinin şeffaf olması, denetim mekanizmalarının işlemesi ve hesap verebilirliğin tüm faaliyetlere yansıtılması. Bizim kuşak, 70’li yılların sonunda yükselen terör olayları ve 90’lı yıllarda güvenlik kaygısı üzerinden yapılanların ülkeyi nereye savurduğunu çok iyi biliyor.

Bu iki dönemin temel özelliği de şeffaflığın ve hesap verebilirliğin yok sayılmasıydı. Benzer yanlışlara düşmemek için şeffaflık, denetim ve hesap verebilirlik önemlidir. Ayrıca şeffaflık, denetim, hesap verebilir olmak hem vatandaşın haklarını korumak hem devletin itibarını pekiştirmek hem de devlete olan güveni tahkim etmek için önemlidir.

5- Tüm sorunların çözümü için müzakere ve istişare yaklaşımını egemen kılmak. En genel tanımıyla sol veya sağ olarak tanımlanabilecek siyasal mecraların hepsinde, iktidar süreçlerinde ortaya çıkan ötekileştirici tutumları/yönetim yaklaşımlarını ortadan kaldırmak, istişareye, danışmaya, konuşmaya dayalı yönetim anlayışını hayata geçirmektir.

Bu konuda tekrarlanan yanlışlardan birisi de danışmanın, tartışmanın liderliğin görüşünü teyit etmek olarak kabul edilmesidir. Bu ise tüm ideolojilerin ve inançların kabul etmediği bir yaklaşımdır.

6- Hamasete ve ırka dayalı negatif milliyetçilik kavramı yerine vatanseverlik kavramını ön plana çıkarmak. Çünkü farklı etnisiteler üzerinden üretilen negatif milliyetçiliğin bizleri ne hale getirdiğini, farklı dönemlerde yaşayarak görmüş bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bunun yerine ortak bir gelecek tahayyülü, ülküsü oluşturmak ve vatanseverliği ön plana çıkarmak daha doğru bir yaklaşım olacaktır. 

7- Devlet mekanizmasında ‘aşınmaya’ neden olan sivil/askeri müdahalelere, devlet hiyerarşisi dışında ortaya çıkan örgütlenmelere izin verilmemesi. Bu konuda; devlet var olan kanunları uygulayarak bunlara izin vermemeli, toplum ise bunları mahşeri vicdanında mahkûm ederek yaşam alanı tanımamalıdır.

Devlete egemen olan kesimler darbelerin oluşması için zemin oluşturdu, iktidarlar (zamanında) darbecileri yargılamaktan çekindi ve toplum da oluşan atmosferin sonucu olarak bu süreçlerin tarafı yapıldı. Özellikle; 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinde sergilenen tutumları hatırlamak, konuyu netleştirmek için yeterli olacaktır.

Kısacası zaman; 100’üncü yılını kutlamaya hazırlandığımız cumhuriyet için ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin birlikte düşünme zamanıdır.

Yazının tamamı için: perspektif.online.com