Siyaset Yapmadan ‘Seçim İttifakı’ Yapmak


 Adnan Boynukara    04.04.2021 09:27:20  


Son yıllarda somutlaşan ve temel ideolojik meselelerde yol haline gelen ‘suskunluğa’ dayalı siyaset tarzı, tek bir partinin meselesi değil. Bu durum muhafazakâr gelenekten ve çevreden gelen aktörlerin temel sorunu. Kimileri kendilerini ‘devletin sahibi’ gibi görüyor ve baskı uyguluyor, kimileri de gerekçeleri farklı olsa da, susuyor.

14 Temmuz 2020 tarihinde yayınlanan, “Aritmetiğin Siyaset Üzerindeki Vesayeti” başlıklı yazımızda, siyaseti bekleyen riskleri ve olası darboğazları gündeme getirmiştik. Son aylarda yapılan saha araştırmaları da, bahsettiğimiz darboğazların gerçekleşmekte olduğunu teyit ediyor. Mevcut durumu Hatem Ete, “Siyaset Dondu mu?” sorusu üzerinden irdeledi ve var olan tablonun ortaya çıkardığı sonuçları dikkate alarak, siyasetin donduğunun altını çizdi. HDP’ye yönelik kapatma davası ve Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşmesi siyasetin canlandığı izlenimi oluşturabilir. Ancak bunlar; siyaset yerine, aritmetik hesaplara yönelik faaliyetlerdir ve donmaya ilişkin değerlendirmeleri doğrulamaktadır.

 Siyaset Neden Donuyor?

 Toplumsal sorunların konuşulmaması, çözüm önerilerinin tartışılmaması ve ortak çözüm iradesinin geliştirilememesi gibi gerekçelerle ‘donma’ konusu, ülkenin geleceğini etkileyecek gibi görünüyor. Temel risk, siyasal tartışma kültürünün zaten zayıf olduğu ülkemizde, var olan ittifak tarzının tartışmaların önünü tıkaması ve siyasetin donma kapasitesini artırmasıdır. Maalesef bu olasılık giderek artıyor. O zaman; “siyaset neden donuyor, neden temsil sorunu yaşanıyor, neden seçmenlerin siyasi pozisyonları sabitlendi? ” gibi soruları gündeme almak ve konuşmak gerekiyor. Ön yargılardan sıyrılarak bu sorulara odaklandığımızda, cevabın sanıldığı gibi karmaşık olmadığını, tam tersine net olduğunu görebiliriz. Bu nedenle; siyasetin sağlıklı bir zeminde ilerlemesini engelleyen ve ‘donma’ olarak tanımlanan durumun ortaya çıkmasında etkili olan faktörlere bakmakta yarar var.

 İdeolojik Baskı/Dayatma

 Siyasette donma ve temsil sorununun ortaya çıkmasında etkili olan ilk faktör, ideolojik baskı ve dayatmalardır. Buradaki temel sorun; ittifak denklemi içinde olan bir kesimin ittifakı korumak için siyasal ve ideolojik tartışmalardan özenle kaçınması, diğer kesimin ise kendi ideolojik tercihini ‘ortağına’ veya ‘ortaklarına’ dayatmasıdır. Özünde yeni olmayan ideolojik baskıya dayalı siyaset tarzı, son yıllarda oldukça baskın bir hal aldı. 2017 yılından sonra ortaya çıkan iki ittifaklı blokta da, ideolojik baskı ve dayatmayı yöntem olarak kullanan siyasal partiler var. Kendilerini ‘devletin sahibi’ olarak konumlandıran bu partilerin sergiledikleri tutum, çok daha net bir biçimde ortaya çıkmaya başladı.

 Bahsettiğimiz tutumun dışa vurulduğu somut alanlardan birisi, yeni anayasa tartışmalarıdır. Anayasanın yapılıp yapılamayacağı, nasıl olacağı ve nelerin konuşulup konuşulamayacağı gibi tüm başlıklarda dayatmacı bir tutum sergileniyor. Yakın dönemde bu tutuma, Ali Babacan muhatap oldu. “Anayasanın ilk dört maddesinin tartışılmasıyla” ilgili soruya Babacan, “şu anda bunları tartışmak için uygun iklim yok, günü geldiğinde, zemin ve şartlar uygun olduğunda” anayasanın ilk dört maddesi üzerinde de konuşulabileceğini ifade etti. Aynı açıklamada, “konuşmak demek, değiştirmek demek değildir, biz bugün sistem değişikliğini konuşmalıyız” ifadesini de kullandı. Açık olan bu ifadelere rağmen, ideolojik baskı araçları devreye girdi ve Babacan ikinci bir açıklama yapmak zorunda kaldı. İdeolojik baskıyı uygulayan kesimler bu açıklamayı ise “Babacan’dan geri adım” ifadeleriyle haberleştirdi.

 Anayasa tartışmalarının gündeme geldiği her ortamda bu türden ideolojik baskılar, “siz cumhuriyete karşı mısınız” ifadesi üzerinden sorgulanıyor ve tek taraflı olarak mahkûm ediliyor. Daha da ileri gidenler, kendilerini ‘anayasayı ve devletin temel ilkelerini korumakla sorumlu’ gören bir tutum üzerinden, daha ağır suçlamalar yapabiliyor. Toplumun oldukça büyük bir kısmının, cumhuriyete ilişkin hiçbir kaygısının olmadığı bilinmesine rağmen bunun yapılması, sorunlu bir anlayıştır. Bu tutumu benimseyenlerin; demokratik kültür, insan hakları, eşitlik, çoğulculuk, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi konularda ne denli sorunlu ve dogmatik bir siyasal perspektife sahip oldukları da ortaya çıkıyor.

Anayasa, toplumun üzerinde ittifak ettiği, en azından büyük bir kesiminin ittifak ettiği bir metin ise “şu konu tartışılmaz” demek, bu insanların iradelerine ve ifade hürriyetlerine ipotek koymaktır. Yani, toplumun tümü adına bir azınlığın karar vermesi anlamına gelir ki, bu kabul edilemez. Tartışmanın, konuşmanın değiştirmek olmadığı bilinmesine rağmen bu tür suçlamaların yapılması ve görüş açıklayanların kendilerini izah etmelerine fırsat verilmeden ‘mahkûm’ edilmeleri, uygulanan ideolojik baskıyı, siyasal kimliklere karşı sergilenen saygısızlığı ve ezmeye yönelik tutumları anlamak açısından önemlidir. Son tahlilde, tektipleştirici bir yaklaşımdır.

 Mürebbiyeci Tutum

 Ortaya çıkan durum, siyasi bir yapının kendi pozisyonu üzerinde ideolojik tartışma yapması, ama diğer siyasi yapıların ideolojik ve siyasal görüşlerini açıklamalarının engellenmesidir. Bu bağlam itibariyle; ülkenin gündeminde olan kimi konuları ‘konuşulamaz’ başlıklar olarak değerlendirmek ve konuşmak isteyenlere karşı baskı uygulamak, otoriter zihniyetin dışa vurulmasıdır. Bu tarz siyaset etme anlayışı siyaseti dondurmakta, siyasi alanı daraltmakta ve halkın siyasetten umudunu kesmesine neden olmaktadır. Şu an var olan iki siyasi blokta yer alan kimi partilerin sergilemekten kaçınmadıkları bu yaklaşım sorunludur. Son tahlilde, partilerin görüşleri konusunda karar verecek olan seçmendir, diğer siyasi partiler değil.

 Burada sorunlu olan diğer bir konu ise birilerinin ideolojik pozisyonlarını dayatması, öteki partilerin ise kendi siyasal görüşleri konusunda mücadele vermekten çekinmesi ve maslahatçı bir tutum sergileyerek ‘susmayı’ tercih etmesidir. Yani; ittifak denklemine ‘zarar vermemek’ için ‘susmak’. Hem siyaset yapmak için ortaya çıkmak hem de dayatılan baskılardan sonra ‘susmak’. Bu; siyasi alanı daraltmanın yanı sıra, umudu da tüketmektedir. Umudun tükenmesi ise gücünü milletten almayan kimi çevrelerin kendilerine anlam atfetmelerine ve alan kazanmalarına yol açabilir. Yani; ‘kayıt dışı politik merkezleri’ güç kazanabilir. Darbeler, siyaseti dizayn faaliyetleri, iç çatışmalar, toplumsal kutuplaşma gibi müdahalelerin tümü siyasetsizliğin ve ‘kayıt dışı politik merkezlerin’ ülkeye yaşattıklarıdır.

İttifak için ‘Susmak’

 İdeolojik baskı ve mürebbiyeci tutum kadar problemli olan ikinci yaklaşım, ittifak geleceği adına, diğer partilerin ‘susmayı’ tercih etmeleridir. Susan partilerin ve isimlerin geçmiş siyasi tutumları incelendiğinde, bahsettiğimiz durumun yeni bir tarz olduğu görülür.

 Dün konuşan, tartışan, fikir açıklayan, düşünceleri için mücadele edenlerin bugün susmaları, siyasetin geleceği açısından önemli bir sorun. Bu arada şunu da belirtmekte yarar var; son yıllarda somutlaşan ve temel ideolojik meselelerde yol haline gelen ‘suskunluğa’ dayalı siyaset tarzı, tek bir partinin meselesi değil. Bu durum muhafazakâr gelenekten ve çevreden gelen aktörlerin temel sorunu. Kimileri kendilerini ‘devletin sahibi’ gibi görüyor ve baskı uyguluyor, kimileri de gerekçeleri farklı olsa da, susuyor. Halbuki, hiçbir parti veya siyasal hareket, öteki partinin veya siyasal kesimin ne söyleyeceğini belirleyen ve onu eğiten ‘mürebbiyesi’ değildir. Mürebbiyelik yapanlara karşı sessiz kalmak, sessiz kalanları anlamsızlaştırır, siyasetsizliği artırır, siyasi partileri ‘kısırlaştırır’ ve siyasete olan umudu tüketir. Görüşleri için mücadele etmeyen siyasal hareketlere, seçmen neden destek olsun ki. Kısacası; ittifak denklemlerine peşinen mahkûm gibi davranmak, sivil siyaset için önemli bir sorun ve risktir. Son tahlilde siyasal bir mücadele veriliyor ve herkes kendi görüşünden, fikirlerinden sorumludur.

Karşıtlık Siyaseti ve Karşıtlıktan Demokratlık Çıkarmak

 Muhalefet blokunu oluşturan partilerin seçime ilişkin motivasyonları dikkate alındığında, durdukları yer ‘karşıtlık’ siyaseti. Kategorik olarak bir siyasal görüşe, partiye veya aktöre karşı olmak mümkün. Ama bu tutum siyasi hareketin temel motivasyonu haline gelmişse, sorun var demektir. 19 yıllık bir iktidarı eleştirmek ve karşıtlık üzerinden siyasi pozisyon elde etmek kolay ve ‘konforlu’ bir siyaset yapma tarzıdır. Konfora rağmen, karşıtlığa dayalı siyasetin ne tür sonuçlar doğuracağını kestirmek mümkün değildir. Bu siyaset tarzı hem karşıtı tahkim edebilir hem de siyaseti anlamsızlaştırabilir. Ülkeye katkısının olmadığı ise ayrı bir mesele.

Bu noktada üzerinde durulması gereken diğer bir sorun ise siyasi bir pozisyon olan karşıtlığı ‘demokratlık’, ‘demokratik duruş’ olarak sunma çabalarıdır. Bu hem doğru değil hem de demokratik ilkelerle bağdaşmaz. Siyasi bir anlayışa, partiye, lidere karşı olmak siyasal bir pozisyondur. Bu pozisyon ise tek başına, demokrat olmak için yeterli değildir. Çünkü karşıtlık, siyasal ve ideolojik kimlikleri biçimlendirmez. Sadece var olan motivasyonunu açıklar.

 Demokratlık; ‘özgürlüğü’ referans almayı, özgürlük ve haklar konusunda tutum sahibi olmayı gerektirir. Yani; insan haklarına koşulsuz saygı göstermektir. İnsan hakları ise kişinin kim olduğundan, renginden, milletinden, inancından, kıyafetinden, sahip olduğu makamdan, yapıp ettiklerinden bağımsız olarak, herkesin ‘insan’ olmak bakımından sahip olduğu haklardır. Dolayısıyla demokrat olmanın ölçütü; kendinizle, yönettiğiniz yapıyla, toplumla, toplumun talepleriyle kurduğunuz ilişki biçimi ve bunlar konusunda durduğunuz yerdir. “Şu konuların konuşulması talep edilemez” diyen ve insanların görüş açıklamasına dahi tepki gösteren anlayışın, salt birilerine karşı diye, ‘demokrat’ olması düşünülemez. Öğrenci andı meselesi, bu konuda, iyi bir turnusol kâğıdı özelliği gördü.

 Unutulmasın ki; birisinin karşıtlığına indirgenmiş ‘demokratlık pozu’, Türkiye’ye anlamlı bir vizyon sunamaz. Demokratlık perspektifi, ilgililerin ülkeye, bölgeye ve dünyaya dair vizyonu ve öyküsü üzerinden ortaya konulmalıdır. Önemli olan, temel meselelerde Türkiye’ye ne vaat edildiğidir. Aksi, iktidar mücadelesinin demokrasi ‘ambalajına’ sarılmasından öteye gitmez. İktidar mücadelesi siyasete dinamizm getirir, ama tek başına demokratikleşmeyi ima etmez. Asıl olan; iktidar talebinin nasıl bir siyasal vizyona ve Türkiye tahayyülüne dayandığıdır. Yani; “iktidar karşıtlığı eşittir demokrasi” önermesi doğru değildir. Demokrasi ve demokratik tutum çok daha ötesini gerektirir.

Siyasetsizliğin/Donmanın Ortaya Çıkaracağı Sorunlar

Yeni partilerin kurulması ve karşıtlık siyasetinin güç kazanması, kimi siyasi partilerin iktidar olma umudunu artırdı. Özünde aritmetik hesaplara dayalı bu umudun, sonuç verip vermeyeceğini zaman gösterecek. Ancak bu siyaset etme tarzının, başka bir ifadeyle aritmetiğe dayalı siyasetsizliğin, araştırmalarda oy oranları düşük çıkan partileri etkileyeceği açıktır. Bu durumu birkaç nokta üzerinde toplamak gerekirse;

İttifak yaklaşımının ortaya çıkardığı diğer bir sorun, blok içindeki partilerin karşıtlık motivasyonu etrafında toplanmış olmasıdır. Kimileri bunu olumlu gibi görebilir. Ancak ideolojik ve siyasal zeminleri farklı olan partilerin, salt karşıtlık üzerinden biraraya gelmelerinin, siyasetsizliği dayatacağı açıktır. Çünkü meseleleri ve ideolojik konuları konuşmaktan özenle kaçınıyorlar. Bu ise oy oranları açısından ‘küçük’ olan partiler için bir ‘öğütme’ ve ‘dönüştürme’ sonucunu doğurabilir. Yani; ittifak denklemini korumaya dayalı ‘siyasetsizlik’, sadece ‘büyük’ partilerin işine yarayabilir.

 Mevcut ittifak denklemlerinin temel sorunlarından birisi de; var olan ideolojik farklılıkları konuşmadan ‘yokmuş’ gibi yapmak ve partiler arası ilişkileri ise birbirini tanıyan ‘arkadaşlar’ üzerinden yürütmektir. Buradan hem sağlıklı bir ilişki gelişmez hem de ülkenin sorunlarını çözmeye yönelik politik önermeler çıkmaz. Son tahlilde, ikircikli ve maskeli bir siyaset tarzı gelişir. İttifakı korumaya endeksli ve ideolojik tartışmaları ötelemeye dayalı siyaset yapma tarzı var oldukça, seçmen bu partilere neden oy versin? Bununla birlikte; yukarıda bahsettiğimiz gibi kimi partilerin anayasaya ilişkin ‘konuşulamaz’ pozisyonları gündeme gelmez. Kimi partilerle açık bir biçimde yürütülen ittifak, kimilerinden ‘esirgenir’ ve onlarla örtülü bir ilişki sürdürülmek istenir. Bu tür örnekleri çoğaltabilirsiniz.

Üzerinde durulması gereken bir diğer konu, ittifak denklemlerine mahkûm olmanın, zaten iki kutup üzerinde tahkim edilen statükoya katkı sunmaktan öteye geçmeyeceğidir. Bu denklemi korumak gerekiyorsa, ‘yeni parti’ olmanın anlamı yok. Bu doğru değilse yapılması gereken, yeni bir alan, zemin, tarz, söylem, politika kazandırmaya odaklı siyaset anlayışını devreye koymaktır ve siyasetin daha anlamlı bir zeminde ilerlemesi için çabalamaktır. ‘Yeni’ olmak; siyaset üretmek, toplumsal kesimlerle iletişimi artırmak, demokratik talepleri seslendirmek ve statükoyu korumaya endekslenmiş ittifak denklemlerine ‘esir’ olmamaktır. ‘Yeni’ olmak, sistem ve statüko ‘jandarmalığı’ yapan bir denklemin parçası olmak değildir.

Sonuç itibariyle; siyaset yapmadan seçim ittifakına mahkûm olmak hem siyaseti tüketir hem de ülkenin geleceğini ipotek altına alır ve öngörülemeyen kimi sorunları tetikleyebilir. Bu nedenle; Türkiye’nin taktiksel suskunluğa değil, çok sesli, çok renkli ve çok fikirli tartışmaya ihtiyacı var.

Yazının tamamı için:  perspektif.online.com