Gâvur Mahlesi: Gerçek kesitler, yorumlar ve 3. bölüm


 Hüseyin Tepeler    27.06.2021 09:37:43  


GERÇEK KESİTLER-3: AHMET ABİ

            Ahmet Özkaya.. Ahmet Abimiz.. Bir insanı ortalama en az kaç kelimeyle tarif edersiniz? Ben Ahmet abimi sadece ama sadece “iyi” diyerek anlatabilirim. Aslında soy ismini yazmayıp şöyle tuhaf bir şey mi yapsaydım; hani “sora sora Bağdat bulunur” misali, “Gidin, birer birer bütün insanlara bakın, sırasıyla her birinin ses tonunda, yüzünde, kalbinde, ömründe en ufak bir kötülüğün şüphesini bile taşıyorlarsa, bırakıp hemen bir ötekine geçin, tamam belki biraz uzun sürer ama, ne vakit bu anlamda pir ü pak, dünya güzeli bir adama denk gelirseniz, bilin ki o, mahallemizin Ahmet Abisidir..

            Hayatın kendisine sundukları çoğu zaman üstünden silindir gibi geçmiş olsa bile, Ahmet abi hep güler yüzlü, naif, temiz… Yok olmuyor, O hep “iyi” kalmıştır!

            Yedi yaşındaki bir çocukla yetmişlik bir ihtiyara aynı hürmetle selam verir Ahmet abim. Ve yine kendisini tanıyan yediden etmişe herkesin katıksız sevgisine mazhar olmuştur. Şimdilerde nelerle uğraşır bilmem. Uzun bir süre Orman Binası’nın köşesinde esnaflık yaptı. Bir aralar da muhtar seçildi. Ahh vefasız ben.. Keşke daha çok tanıyıp daha çok anlatabilseydim abimizi.

Gidin, bulun, mutlaka tanışın Ahmet abimle. Benden de selam söyleyin. Ve o selamı aldığı vakit yüzünde şahane bir gülümseme fark edeceksiniz. İşte o gülüşü alıp ömür sandığınızın sabun kokulu bir köşesinde gizleyin.

***

OKUYUCUDAN GELENLER-3:

            “Gavur mahlesi” denince aklıma “şırşır pınar” gelir, bozbeyin aşağısındaki marul bahçeleri ve oradaki aslanlı havuz gelir. O havuzun etrafında kurulan kadın meclisleri ve o kadınların evden hazırlayıp getirdikleri yemekler gelir aklıma. Küçük bir piknik veya panayır havası taşıyan bu çoluklu çocuklu topluluklar, aslında oraya kız bakmaya, görücü olmaya gelirlerdi. // Müslüm Bilgiç

***

GÂVUR MAHLESİ/3. BÖLÜM: “DİKKAT, EŞHAN ÇIKABİLİR!”

 Taşınma olayı sürerken gelenek olduğu üzere mahallenin ayaklı gazetesi Eşhan abla yine bir tepsi çay bardağı ve gri çaydanlığıyla köşeden belirivermişti. Tamam, mahalleye yeni taşınanlar olduğunda, ilk gün yemek yapmalarına bile müsaade edilmez, konu komşu o akşam ne pişirdiyse mutlaka birer tabak da o yeni aileye ikram eder, bu vesileyle de “taşınma” işi ufak bir “tanışma” merasimine dönüşürdü. Fakat Eşhan ablanın derdi her zamanki gibi başkaydı: Yeni komşuyla ilgili toplayabileceği bütün bilgileri toplayıp bunu bir an önce mahallenin geri kalanına ulaştırmalıydı! Çünkü bu onun var oluş sebebiydi.

Yine her seferinde olduğu gibi “tepsiye şekeri koymayı unutmuş numarası”nı yapmıştı. Amacı, ev sahibesinin birkaç kutuyu açıp şeker ararken ortaya saçtığı eşyaları görmek, bu eşyaların pahalı olup olmadığına göre ailenin gelir durumunu, kutuya özenli yerleştirilip yerleştirilmediğine göre de kadının titizliğine puan vermek ve özellikle de bu arada geçen süreyi kullanarak daha çok soruyu sormayı başarabilmekti.

Yarım yamalak Türkçesiyle:

-“Bacı sen iki çocığ tek var?”

-“Hıı? Evet abla. Ellerinden öpsünler.”

(“Allah bağışlasın” cevabını beklerken…)

“Peey? Niye kız? Bağ hele biri böyük biri güçcük!”

            Çocukların arasındaki yaş farkının ikiden fazla olmasına alışkın olmayan Eşhan abla şaşkınlığını gizleyemiyordu. Fakat yeni komşunun bu “süratli ve aşırı” samimiyete karşı şaşkınlığı çok daha fazlaydı.

“Biz aslında tek çocuk düşünüyorduk ama…”

            Utangaçlığından mı, açıklama gereği duymamasından mı, yoksa tam da o anda yanlarından eşyalarla geçenlerin duymasını istemediğinden midir bilinmez, cümlesini oracıkta kesti ve:

“Abla kusura bakma da bu çayın tadı niye böyle acı?”

            Kasabanın şerifi gibi soruları hep kendisinin sormasına alışkın olan Eşhan, şöyle bir duraksadı:

“E ka gaçağ çay, ondan!”

            Gâvur mahlesi, “süratli ve aşırı samimiyet” konusunda Leyla Hanım’a daha ilk saniyelerde muazzam bir numune sunmuştu. Kısa bir süre içinde kendisini başlarda şaşırdığı ve hatta yadırgadığı birçok durumun içinde bulacak, dahası, bazen başrolde bile olacaktı.

            Burası gavur mahlesiydi çünkü... Burada misafirlik, kapıdan içeri girince(!) biterdi!..

            Eşhan abla vedalaşıp boş çay bardakları ve aklında biriktirdiği dopdolu dedikodu malzemeleriyle uzaklaşırken Leyla Hanım ve küçük Hasret yandaki evden gelen müthiş bir gürültüyle irkildi. Sonradan taşınma işlerine gelen mahalle sakinleri daha öncesinde yüzlerce defa tanık oldukları bu gürültüye oralı bile olmazken o an sokakta bulunan Yaşar Bey, mesleğinin kazandırdığı refleksle ilk iş belindeki silaha davranmış, fakat sesin kaynağına dönüp baktığında hayretle kalakalmıştı. Gürültünün sebebi, bahçe kapısını tekmeyle açan, yan komşu Seyhan ablanın kavgacı oğlu, mahallenin bütün çocuklarına önce dövüşmeyi öğretip sonra da onları dövüştürmekten keyif alan Vücutçu Uğur’dan başkası değildi.

            “Uğııır! Yanın yere gelmeye, ne depiklon la yine kapıyı, evin yapılaaa?!!”

            Seyhan abla, evinin bahçeye bakan penceresinin önündeki tahta “somye”de oturmuş, uğruna kocasıyla onlarca defa kavga ettiği, hayatının aşkı Burhan Çaçan’ın şarkıları eşliğinde bir elinde ayna, ötekinde cımbızla kaşlarını almaktaydı:

            “Acı git hele hemen iki egmek al gel, boyu devrilesi şimdi gelir, sofra yerde değilse hışımızı çıkarıraa!”

            Seyhan abla, her şeyiyle tam bir Adıyaman yerlisi(!) kadındı. Kendisi aynı zamanda merkezi Adıyaman Gavur Mahlesi’nde olan HTD (Herifinden Tiskinenler(!) Derneği)’nin başkan yardımcısıydı.

            Derneğin başkanı ve yönetim kurulu, önümüzdeki birkaç bölümde sazı eline alacak, orkestraya da kısa bir süre içinde Leyla Hanım’ı da dahil edeceklerdi…

>>>DEVAMI HAFTAYA