Gâvur Mahlesi: Gerçek Kesitler, Yorumlar ve 7. Bölüm


 Hüseyin Tepeler    19.09.2021 12:06:21  


GERÇEK KESİTLER: FAİK AMCA

            Faik Akgün, Hakanımın, (oy kurban olayım adına, özlediğim, canım) Abuzerimin, Tuğbamızın babası..

Güzellik kadınsı bir sıfattır, karizma ise erkeksi. İkisini bir arada bulundurmak ise ayrı bir “özel”liktir kanımca. Faik amcam uzun boylu, güzel huylu, yakışıklı, aslanlar gibi denir ya hani, öyle bir delikanlıydı sokağımızda.. Türkiye Petrolleri personeli, Adıyaman beyefendisi, gönlü de sofrası gibi bol, adam gibi bir adamdı.

Hiçbir zaman hak ettiği kadar tanınmayan, kendi dünyasında yaşayan, fakat belki de sırf kötülük yapmamasıyla bile olsa “iyi” kalmayı başarabilen insanlar vardır ya hayatımızda, işte Faik amca belki de bu geleneğin son temsilcisi, hatıralarımızda ve şu okuduğunuz satırlarda ölümsüz kalmayı hak eden bir insandı. Amca, sen şimdilik Abuzerim de koynundayken az daha sabret, biz, bütün çocukların, yakında elini öpmeye geliriz yine.. Geliriz elbet ama, kızma tamam, merak etme, değil daha..

OKUYUCUDAN GELENLER:

Samimi ve sıcak duyguların yaşandığı doksanlı yılların unutulmaz mahallesiydi “gavur mahallesi”. Biz kızların bir araya gelip birkaç salkım koruk ve bir avuç tuzla terleme yaptığı, bazen de salça ekmeğini kapıp yan yana geldiği, bunlarla bile çok ama çok mutlu olduğu yıllardı. Mutlu bir çocukluktu gâvur mahallesi. // Sultan (Tepeler) DOĞAN

GÂVUR MAHLESİ/7. BÖLÜM: “GAVUR MAHALLESİ’NDE AŞIK OLMAK”

Tekrar tekrar yaşanan acıların, her defasında daha az acıtmak gibi bir huyu vardır. Şeyhmus Abi kim bilir kaçıncı defa gözaltına alınmıştı ve her defasında olduğu gibi olayın olduğu akşam komşular ailesinin yanında vakit geçirdiyse de sonraki sabah gâvur mahlesinde gün yine kendi serinliği ve sıradanlığıyla başlamıştı.

Ailesi köyde yaşayan fakat lise okumaya gücü yetebilen az sayıda gencin yaptığı gibi Hüseyin’in Gaffari dayısı da akrabalarının olduğu mahallede öğrenci evi tutmuştu ve her gün Güler ablasının kendisine gönderdiği yemekler ve ara sıra gizlice cebine sıkıştırdığı harçlıklarla idare ediyordu. Mahallenin afet-i devranı olan İlkay’a deliler gibi aşıktı. İlkay çok istediği halde ortaokuldan sonra okula gönderilmeyen, fakat bu uhdesini her gün yaşıtlarının okuldan çıktığı saatte onların eve dönüşlerini evinin balkonundan izlemekle tatmin etmeye çalışan, dünyalar güzeli bir kızcağızdı. Gaffari de bu sayede kendisini fark etmiş, daha ilk görüşte O’na aşık olmuş, ama kendisi de siyasi bir geleneğin müdavimi ve köylü bir ailenin çocuğu olduğu için duygularını ne İlkay’a açabilmişti ne de Allah’ın başka bir kuluna, Hüseyin hariç!

Her Pazar sabahı olduğu gibi Gaffari dayı kahvaltıya gelmiş, sonrasında alışılageldiği gibi etrafında toplanan yeğenlerine türlü şakalarını yaptıktan sonra kaşla göz arasında Hüseyin’in cebine her zamanki şeyleri iliştirivermişti:

Kareli defter sayfasının sağını solunu katlayıp beceriksizce bantladığı çakma bir zarf, içinde bir köşesi yanmış ve tam ortasını da gözyaşı süsü vermek için suyla ıslattığı, arka yüzünde ise içinden ok geçen fakat kalpten çok hunharca ısırılmış bir armuda benzeyen tuhaf bir çizimin olduğu bir mektup. Ve o zamanın parasıyla büyük bir madeni 2,5 lira!

Hüseyin, küçük ve hızlı adımlarıyla İlkay abla gile doğru ilerlerken aniden sanki yakasından sırtına bir buz parçası bırakılmış gibi şu cümleyle irkildi:

“Heeey! Günaydın dedik!”

Bu sesi tanımaması olanaksızdı ve sahibinin aslında ne dediği o kadar önemli değildi ki!! Seslenen Hasret’ti.. Aaah o bütün dünyayı terk edip yaşanılası kızıl gezegen! Ah minel aşk!!

O yaşta aşık olan çocuklardan beklenenin aksine Hüseyin cesurca ve müthiş bir oyunculukla Hasret’e döndü ve:

Hüseyin: “Ne var kız, ne bağırıyon?”

Hasret: “Salağa bak, ne bağırması, günaydın dedim. Hem sen nereye böyle?”

Hüseyin: “Dayım.. İlkay abla gil.. Şey yazdı da.. Off.. Sana ney!?”

Hasret: “Ne yazdı?”

Hüseyin: “Ne olmuş yani! Seviyor dayım onu.”

Hasret: “Dur bi duur, sen şimdi dayının aşk mektubunu İlkay diye bir kıza mı götürüyorsun?”

            (Bazı insanlar hayatınıza girer ve belki istemeden de olsa çıtayı öyle yüksek yerlere indirirler ki..)

            Güzelliği yetmiyormuş gibi vurdumduymazlığı ve bu defa da zekasıyla ikinci, üçüncü, doksanıncı defa aklını başından aldı Hüseyin’in.. Hüseyin çaresiz, en başa döndü:

            “Sana ney!!”

Birkaç dakika sonra Hüseyin ve Hasret, Gazi Ortaokulu’nun duvarına oturmuş Gaffari dayının İlkay’a yazdığı mektubu okuyorlardı.

Hasret’in Hüseyin’i bunu yapmaya nasıl ikna ettiğini anlatmaya gerek var mı bilinmez, ve fakat (Oyacığım selam olsun sana) daha önceleri üç beş mektupta bir bu mektuplara göz ucuyla bakmaya cesaret edebilen Hüseyin artık düzenli olarak her pazar kahvaltıdan sonra yine aynı yerde Hasret’le birlikte dayısının aşk mektuplarını çoğu zaman kıkır kıkır gülerek, bazen de dayısına özenip ona göre tonlayarak okuyordu. Her nedense(!) bazı sevgi sözcüklerini daha da yüksek sesle okuyor, yutkunup devam edeceği zaman bir yandan da göz ucuyla Hasret’e bakıp kulağını O’nun sessizliğine dayıyordu.. Aşk biraz da söylenmeyeni duyma gayretidir nasıl olsa.. Arayıp dursunlar, bazen yerin dibindedir kendisi, bazen semada!.. Bazen bir utançta gizlidir, bazen patavatsızlıkta..

>>>DEVAMI HAFTAYA