Gâvur Mahlesi: Gerçek Kesitler, Yorumlar ve 9. Bölüm


 Hüseyin Tepeler    28.11.2021 11:07:10  


Gerçek Kesitler: Ali Büyükşahin

            “Keşke O benim babam olsaydı.”

Bugünün yetişkinleri, dünkü çocuk, hepimiz birileri için bir vakitler bu ifadeyi kullanmışızdır.     

            Çok acımasız bir şekilde giriş yaptığımın farkındayım sevgili okurlar. İnanın, ben de kendi babamı hem de çok özleyen biri olarak, bugün, hani derler ya, kralı için bile bunu söylemem, ama çocuk aklımız günü kurtaran, menfaatçi ve vicdansızdı. Yadırgamayın, abartmıyorum inanın, hatta bazılarımız babalarının ölmesi için bile dua etmiştir çocuk zamanlarında.. Yalan mı?!

            Bugün bu yazıyı yazarken ihanetini itiraf eden biri gibi hissediyorum...

            Ama Ali Büyükşahin hakkında, şimdi bu yörede herkesin bildiği şeyleri; mesela mütevazılığını, iyi niyetini, toplumun tuğlaları arasındaki harç olmasını, şahane karakterini, Alevi camiasındaki konumunu falan anlatmayacağım.. O’na DEDEM de demeyeceğim..

            O benim, ailemin, Ali Amcasıydı.. Evet hepiniz gibi ben de çocukluğumda zaman zaman babamdan nefret ettim. Evet benim de tam da o anda aklıma başka aileler ve babaları geldi.. Evet ben de başka çocukların ne kadar şanslı olduğunu düşünüp “Keşke..” dedim.

            Ali Amca, sana çok bağlama çaldım, sen seviyorsun diye her seferinde daha güzel çaldım, elini çok öptüm, babamla senin şahane muhabbetlerinize çok tanık oldum.. Ama diyemedim, bu netlikte söylemedim: SENİ ÇOK SEVDİM ALİ AMCA..

           

OKUYUCUDAN GELENLER:

            Gavur mahallesi deyince aklıma çok farklı özellikleri olan bir çok insanın bir arada olup küçücük dünyalarını paylaşmaları gelir. Ellerindeki salçalı ekmeği, içtikleri gazozu, ceplerindeki son parayı ve içlerinde yeşerttikleri yarınları paylaşmaları gelir. Bugünlere kadar bozulmadan gelen dostlukları gelir.

            O mahallede çok abin olur, kardeşin olur, dostun olur, annen ve baban olur, teyzelerin, halaların olur. Gavur mahlesi bir mahalle değil mekteptir bilene.. Alır seni tornasından geçirir, sevgi ve saygıyı, kardeşliği ve dostluğu öğretir.. // AZİZ TANRIVERDİ

GÂVUR MAHLESİ/9. BÖLÜM: “GÖKKUŞAĞINA SALINCAK KURAN ADAM”

(Hayatımızda bazı büyüleyici insanlar vardır, özellikle de yarı hayal yarı gerçekle yaşadığımız çocukluk yıllarımızda, tıpkı bir gökkuşağı gibi çok kısa bir süreliğine belirip hemen kaybolan, gerçek olamayacak kadar güzel, renkli ve güzel renkli insanlar.. Bu kişiler bazen misafirliğe gelen ilginç bir çocuk akranımız, bazen gittiğimiz başka bir şehirdeki tuhaf bir falan teyze, bazen de birkaç ay dersimize girip yüreğimizi de alıp giden tayinci bir öğretmendir.. Senaryonun bu haftaki bölümü, yine gerçek hayatlardan esinlenerek bu tür insanlara atfedilmiştir.)

Mahalleye yakışıklı, genç bir misafir geldi.. Musa.. Hasret’in amcası.. Adına layık bir şekilde hepimizin ömrünü “kendisinden önce ve kendisinden sonra” şeklinde ikiye bölen Musa abi.

Hüseyin’i son anda fark edip arabasıyla ezemeyen bu heyecanlı genç, daha ilk saniyeden itibaren rengini belli etmiş, onda sonsuz bir etki bırakacağını hissettirmişti.

Musa: “Oy kurban olurum, korkuttum mu lan kerata?”

Hüseyin: “Yok abi yok. Hasret şey dedi de ben sonra..”

Musa: “Hımm.. Ne dedi bakiyim Hasret hanım?”

Hüseyin: “Şey dedi. Yok Hasret değil, bizim Deniz var ya.. Dedi top oynayalım.. Unuttum ya!”

Musa: (Cebinden çikolatalı gofretler çıkararak) “Seç bakayım yaramaz seni!”

Hüseyin hayatında ilk defa gördüğü bu şahane renkli gofretlerden birini seçip tam da uzaklaşacakken arkasından gelen Hasret’in küçük kız çocuklarına özgü o katlanılmaz sevinç çığlıklarıyla irkildi. Hasret’i fark eden Musa abinin bir anlık dalgınlığından yararlanıp uzaklaştı oradan. Ama ne uzaklaşmak.. Birkaç metre sonra durup dönüp onları izledi.

Musa abi Hasret’i uzun uzun öpüp kokladıktan sonra arabanın bagajından eşyalarını çıkarmaya koyuldu. Bagajda küçük bir sırt çantası, onlarca kitap ve bir de saz vardı. Tam da o dönemin Ankara Dil Tarih son sınıf öğrencisine yakışacak türden bir depoya çevirmişti arabayı. Eşyalarını indirirken bir yandan kendisini bir yandan Hüseyin’i izleyen Hasret de gözünden kaçmamıştı..

Az sonra evde anlaşılacağı üzere, çantada da öyle birkaç üst baş değil, türkü kasetleri ve o dönemde o ciddiyetteki birinden hiç beklenmeyeceği üzere Şener Şen’in bazı filmlerinin VHSleri vardı.

Hasret: “Musa amca, şiirimi beğendin mi?

Musa: “Şiir mi? Ne şiiri? (O anda mevzuyu anlayıp böyle bir cevap verdiği için kendisine kızarak, ama bunu Hasret’e belli etmemek için takındığı müthiş oyunculukla) Hımm.. Hani şu..?

Hasret: “Evet geçen haftaki mektubumun sonunda yazdığım şiir vardı ya.. Onu diyom..”

            Normal şartlarda mükemmel bir Türkçeyle konuşan Hasret’in alt tarafı birkaç haftadır taşındığı bu yeni yerin ağzını kapmış olmasına şaşıran amcası:

“Kız onu mu diyon sen?! Yerim senin o tatlı dilini.. Çok beğendim. Zaten mektubunu alınca hemen basıp geldim, beni çok özlemişsin, ben de baktım mektup yazsam geç gelecek, kendim gideyim dedim..”

            Bu şahane cevabı ve usta oyunculuğuyla, zaten sahibi olduğu kalbi yine, yeni, yeniden kazanmıştı amcası..

            Musa Abi’nin yeğeninin önünde sergilemek zorunda kaldığı(!) bu oyunculuk yeteneği ne doğuştan geliyordu ne de aylarca eğitim gördüğü Ankara Ekin Tiyatrosu’ndan.. Aslında ikisinden de beslenmişti, ama asıl kaynak, daha doğduğu günden itibaren kimyasına uymayan ailesi ve ülkesiydi. Beyefendi doğuştan muhalefetti anlayacağınız. Ekin Tiyatrosu’nda zamanının tiyatro ustalarıyla tanışmış, hatta o zamanlarda oyun yazarlığı yapan Yılmaz Erdoğan’la kısa bir süre ev arkadaşlığı yapmıştı. Hatta denir ki Yılmaz Usta, “Bir Demet Tiyatro” isimli televizyon dizisindeki “Spartaküs Vedat” isimli karakteri yazarken Musa abinin jargonundan esinlenmiştir. Kimine göre de aslında “Mükremin” birkaç detay hariç tam da Musa Abidir..

            Ahh Musa abi ah! Öyle bir esin verdi ki mahalleye, kendisinden sonra kimse öyle her şeyi kolay kolay beğenemez oldu. Çıtayı öyle yukarılara indirdi ki, biz, ben, o, öteki hala kimse zerre dokunamıyoruz Hasret’in kalbine.. Bazı kadınların daha en başta en güzelini sevmeleri, sonrakiler için o kadar zor ki!..

            Ama ne fayda, Hüseyin’in kolayla işi olmazdı..

>>>>> DEVAMI HAFTAYA