Gâvur Mahlesi/ 21. Bölüm: “İyi ki doğdum, baba!”


 Hüseyin Tepeler    26.06.2022 12:05:20  


Hüseyin: Merhaba yakışıklı çocuk, adın ne senin?

Şeyhmus: …

Hüseyin: Sana dedim baboş, (yutkunup, hiçbir şey olmamış gibi hatta hiçbir şey olmamış gibi devam edip) hşşş, adın ne söylesene?

Şeyhmus: …

Hüseyin: Hımm.. Neyse.. Aslan parçası, ya senin adın ne bakayım? Bak söylersen sana gofret alacam.

Aziz: Gofret ney abi?

Hüseyin: Oğlum.. Öhmm! Şey.. Tatlı bişey, bilmiyor musun?

Abuzer: Hee biliyom ben!  Amcaoğlu hani geçen gün çerçi getirmişti ya, beyaz, onu diyor. Yav konuşsana adamla!

Şeyhmus: Yav ne konuşacam elin herifiyle, işinize bakın!

Kamber Amca (Uzaktan): Heey, Şeğo! Ayıp değil mi, adam gasteci, taa Ankara’dan gelmiş, o nasıl laf?

Şeğo: Gelmişse gelmiş, bize ney?

Hüseyin: Size mi ney? Tamam la, o zaman sana Galatasaray forması yok!

Şeğo: (Gözlerini fal taşı gibi açarak heyecanla) Ney? Galatasaray forması mı? Hani? Nerde?

Hüseyin: Dur bakalım Şeğ efendi, önce bir tanışalım. Kimin oğlusun sen?

Şeğo: Hüseyin Tepeler’in!

            (İmkansıza gönül verenler bilirler ki, mümkün olan kolaydır, kolay basittir, basit

ucuzdur! Evet sevgili okuyucu, bu yazı var olması mümkün olmayan bir adamla, ve hatta o

adamın çocukluğuyla, imkansız bile denmeyecek bir muhabbeti gerçekleştiren oğlu

tarafından kaleme alınıyor.. Yazar, çok özlediği babasının çocukluğuna gitmeyi deniyor, şizofrence.. Sene 1959..)

Hüseyin: E peki neden az önce konuşmadın? Beni mi sevmedin?

Şeğo: Ne sevecem, hemen adımı soruyon, herkes dalga geçiyor zaten..

Kalender: Pısmam kim dalga geçebilir senle, çenesini dağıtırım valla, rahat ol, kayınbaban

dedi ya, Ankara’dan gelmiş bu adam. Gazeteci miymiş neymiş. Bizim köyü radyoda

anlatacakmış.

Hüseyin: Yok muhtar amca radyoda değil gazetede, Şehirde.. Şey, yani..

(Kahkahalar)

Hüseyin: Neden gülüyorsunuz?

Abuzer: Yav arkadaşlar da benim biradere hep muhtar der, sen şimdi öyle söyleyince..

Hüseyin: Hadi ya? Neden muhtar diyorlar ona?

Abuzer: Görmüyon mu amca, adam hökümat gibi, her şeye o karar veriyor.

Hüseyin (bir gözü özlediği Şeğo’da): Ne? Yapma ya, öyle mi? Neyse.. Eee? Şeğo?  Evli misin sen? Kayınbaban seslenince bir yumuşadın sanki?

Şeğo: Yok yav ne evlisi ne yumuşaması. Bizimkisi beşik kertmesi.. O değil de.. Ben hani sen Galatasaray deyince..

Hüseyin: Anladıım.. Sıkma canını.. İyi bir cimbomlusun demek. İspatla! Say bakayım Galatasaray’ın kadrosunu!

Şeğo: Yüksel, Saim, İsmail, Dursun, Coşkun, Ahmet, Suat, İsfendiyar, Nuri, Uğur, Metin Oktay!

Hüseyin (yutkunarak): Eee? Hepsinin sadece adını söyledin, Metin Oktay’ı başka? Neden? Babanın oğlu mu o senin?

Şeğo: Yok oğlumun oğlu.. Sana ne? Allah Allaaah..

(Gülüşmeler)

***************************************************************************

            (Hüseyin bu tuhaf rüyanın ardı sıra uykusundan uyanmış, hemen sonra yaşlı gözleriyle yer yatağından sağa sola ve evin tavanına baka baka tekrar uykuya dalmıştı.. Neden ağladığını kendisi de bilmiyordu.. Şimdi biliyor.. O gün Hüseyin önce geleceğe (2022), ordan çok eski bir geçmişe (1959), sonra tekrar o uzak geleceğe (2022), en sonda da o gününe dönmüştü (1993), yani bünyeye ziyan bir astral seyahat yaşamıştı adeta..) Aynı günün sabahı hiçbir şey olmamış gibi mahallede:

“Aboooş, bugün benim doğum günümaaa..”

“La he ha olım, biloğaa! Bi haftadır söylon zaten!”

“Olım bana doğum günü yapacağlar, annem bütün mahleyi çağırmış, bilon mı?”

“Bilom bilom! Senin derdini de bilom, Hasret gil de gelecek o yüzden sevinon!”

“He olım, bana hediye getirecek! Ovvığ yaa!”

“Getirsin olım ka ne ki? Bana niye gıcığ veron!

 “Yoğ la gıcığ vermom, bil diye!”

“Bilom bilom.. Manyağ..”

Güler Abla: “Hüseyiiiin, eve gel oğlım, misafir geldi!”

Hüseyin: “A ben gidom, misafirler gelmeye başladı her hal..”

Aboş: “Olım daha sabahın körü, bu saatte doğum günü mü olır, hele dur ben de eve gidim, anam gille geliriz.”

            Hüseyin eve gidince misafirlerin aslında o gün yurt dışından gelen akrabaları olduğunu fark etti. Gelenler hem anne hem de baba tarafından akrabaları olan bir aileydi. Aynı zamanda iki taraftan da en çok sevilen!

Gülten Abla: Hüseyinn! Canına kurban olurum senin gel hele gel, ne kadar büyümüşsün böyle!

(Hüseyin mahçup ve utangaç adımlarla başı önde bir şekilde sese doğru ilerledi.)

Hasari Amca: Büyümüş ya, kocaman adam olmuş! Aslan aslan! Aynı rahmetli Hüseyin dedesi!

            Hasari amca zayıf, uzun boylu, son derece yakışıklı bir beyefendiydi. O kadar asil bir duruşu vardı ki, bin kişinin arasında olsa, yine fark ediliyordu. Gülten abla, ahh o afet-i devran, abartısız dünyanın en güzel kadınıydı. Bunun yanı sıra ses tonu, duyanı adeta sahipleniyor, asil bir şekilde sarıp sarmalıyordu. Bir kadının konuşması karşısındakine ancak bu kadar güven verebilirdi. Büyük oğulları Barış, son derece komik ve yaramaz bir çocuktu. Daha ilk dakikadan Hüseyin onun büyüsüne kapılmış, güdümüne girmişti bile. Tanıştıklarından beş dakika sonra evin damından gelen geçenlere tüf tüf atmaya başlamışlardı. Hüseyin “Yav dur ayıp, atma adama!” dese de nafile, Barış çoktan mermiyi fırlatmış, sonra ikisi birden siper ettikleri duvarın arkasına eğilmişlerdi. Önce yadırgasa da birkaç saniye sonra Hüseyin de Barış’ın o kıkırdayan tatlı gülüşüne eşlik etti. Evet, Barış Hüseyin’in yaramazlık hocası olmuştu bile. Barış’ın erkek kardeşi Baki, abisinin aksine gayet, hatta fazlasıyla ağırbaşlı bir çocuktu. İkisinin aynı aileden olduğuna inanmak çok zordu. Küçük kız kardeşleri Selin ise hani şu reklamlarda ya da filmlerde başrol oynayan şahane sevimlilikte ve oyuncak bebek güzelliğindeki gibi bir kız çocuğuydu. Çok da yaramazdı. Tam bir oyuncuydu aslında. Doğuştan oyuncu olan tipler vardır ya, işte onlardan biriydi Selin hanım!

            Hüseyin ve Barış nereye gitseler, hanımefendi de kendilerini takip ediyor, ne yapsalar “Ne olur ben de, ne olur ne oluuur!” diye inatçı bir ısrarla yakalarından düşmüyordu. Hüseyin bu ekiple saatler içinde adeta boyut atlamıştı. Büyülenmiş gibiydi.

            Akşamüstü konu komşu gelmiş, bir şenlik havasında Hüseyin’in doğum gününü kutlamışlardı. Bu havayı dağıtan şey, Hüseyin’in korktuğunun başına gelmesi, yani Hasret’in az önce tarif edilen mutlu arkadaşlığı kıskanarak partiden erken ayrılmasıydı. Hasret bunu tam da hediyeler açılırken, yurt dışından gelen akrabalarının getirdiği ve Selin’in Hüseyin’e uzattığı paketten çıkan şahane, kumandalı kırmızı arabayı görünce ve o kadar açık bir şekilde yapmıştı ki, büyük küçük herkes durumu anlamıştı. Çığlık atsa ancak bu kadar dikkat çekebilirdi. Giderken de Hüseyin’in eline getirdiği hediyeyi tutuşturdu.

Barış: Ne oldu la şimdi? Kim bu kız?

Hüseyin (Bir yandan Hasret’in hediyesini açarken): En güzel doğum günü hediyem!

            Hasret Hüseyin’e hediye olarak Musa Amca’nın o güne özel olarak elleriyle yaptığı MAVİ BONCUKTAN BİR KUŞ vermişti. Haftalar öncesinden mektupla amcasından bunu yapmasını rica etmiş, o da yeğenini kırmamıştı..

(NOT: Bu yazı aynı zamanda rahmetli babam ŞEYHO TEPELER’e ve yine şu an onunla beraber olan çok sevdiğim akrabalarım Aziz Çoraplı, Kalender Yavuz, Abuzer Yavuz, dedelerim Kamber Kapıcı ve Hüseyin Tepeler’e BABALAR GÜNÜ hediyesidir.. Doğum günümden.. İyi ki doğdum değil mi babam?)