Gâvur Mahlesi/25. Bölüm: İçeriden Mektup Var


 Hüseyin Tepeler    02.10.2022 11:47:27  


“Oğlum.. Baboşum benim,

            Annene kirlilerimin içinde bu kağıdı gönderdim. Umarım (ve rica ederim) bulmazlar, bulsalar da çok görmezler şu birkaç satırı. (İzin verin, cezama razıyım, oğluma şu mektubu götürsün bizim hanım.)

            Nasılsın baboşum? Derslerin iyiymiş, geçen ay annen bahsetti. Hem çalışıp hem de okumana rağmen helal olsun, sınıfındaki en iyi öğrencilerden biriymişsin. Aferin aslanıma! Bu arada aslan dedim de aklıma geldi, cimbom bu sene de şahane gidiyor görüyor musun? Burda Galatasaray fanatiği bir gardiyan var, her maçtan sonra bana skoru söylüyor. Metin Oktay bu sene de gol kralı olmazsa hiçbir şey bilmiyorum. Ulan bana bak, bir gün bir oğlun olursa adını Metin Oktay koyacaksın tamam mı?

            Ben iyiyim oğlum. Geçen hafta genç bir arkadaş geldi bizim koğuşa. Bir görsen, aynı sen! Tiyatro senaristiymiş. Türk filmlerine, şiire, türkülere resmen aşık. Sabah akşam Şener Şen, Neşet Ertaş, Müjdat Gezen, Ahmed Arif, Ferhan Şensoy.. O anlatıyor biz düşünüyor, o anlatıyor biz gülüyoruz. Ankara’da yaşamış uzun yıllar. ODTÜ öğrencisiymiş. Dediğine göre bu isimler Ankara’ya her geldiğinde kendilerini evinde misafir ediyormuş. “Filozof” diye de lakap taktık kendisine. Bir adamın her şeye bir lafı olur mu, oluyor işte. Asıl adı Yılmaz.  Keşke tanısan. Ama çok zor, ben hani yine belki bir gün çıkarım ama bu çok zor.. Çıksa da iki güne kalmaz tekrar içeri atarlar bunu. Adam adının hakkını veriyor, durmuyor, susmuyor, uslanmıyor.

            Bu Yılmaz çok tuhaf bir adam oğlum. Onca dert onca zulüm görmüş, ama varsa yoksa bir tek şey belini büküyor: AŞK! Dağ gibi adam, dünyaya dair her şeye kafa tutuyor, ama laf sevdaya gelince, O gidiyor, küçücük bir çocuk geliyor adeta yerine. Çok şaşırtıyor bizi. Geçen gün mesela, bize bir türkü okudu, sonunu getiremeden ağlamaya başladı. Neyse, çok üstüne gitmedik, herkes işine döndü, ben alıp avluya çıkardım adamı. Anlattı. Serap adında bir kıza aşıkmış. Hikâyesinden biraz bahsetti ve dayanamayıp başını omzuma yaslayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Biliyor musun oğlum, ben hayatımda ilk defa bir adamın böyle ağladığına şahit oldum.

…”

Sezen: “Hşşt! Yakışıklı! N’apıyon?”

Hüseyin: …

Sezen: “Allah Allaaah.. Heeey! Kime diyorum ya!?”

Hüseyin: “Hı? Ne oldu ya? (Alelacele gözlerini silmeye çalışarak) Ne istiyorsun?”

            (Hüseyin babasının yolladığı kâğıdı kaptığı gibi evden koşar adım çıkmış, çok da uzaklaşamadan bitişikteki evin duvarına yaslanarak okumaya başlamıştı. Tam mektubun ortasına geldiğinde geçen seferki gibi sırtında o tuhaf ürpertiyi hissettiren o ses tekrar kendisine seslenmişti..)

Sezen: “Sen çok iyisin biliyor musun?”

Hüseyin: “Ne diyon kızım ya? Başka işin yok mu senin?”

 Sezen: “Valla yok.  Şu sıralar sadece seni ve mahalleni tanımaya çalışıyorum.”

Hüseyin: “Çattık! İyi tamam tanı yeni mahalleni! Benle uğraşma..”

Sezen: “Ne diyor baba? İyi miymiş?”

Hüseyin: “Sen? Nasıl?..”

(O anda)

Abidin: “Hıso, nidon la? Maça gidoğ gelon mı?”

Hüseyin: “Hı? He ya, gelom tabii. Kim kimsiniz?”

Zeynal: “Ben, sen, Barış, Selçuk, Abdin, Şaban, Aboş.”

Hüseyin: “Kaleye geçmema!”

Abdin: “Taam olım çabuk hadi git sporlarını giy gel.”

Hüseyin: “Mıçço gille mi oynayacaz yine?”

Abdin: “He, geçen haftanın rövanşını istediler.”

(Birkaç dakika sonra balkondan)

Hüseyin: “Abdiin, siz gidin, ben gelmom!”

Abdin: “Ah! Niye la?”

Hüseyin: “Şovda filim var olım, Keloğlan..”

Zeynal: “Abdin boşver la ne yalvaron, Naci’yi çağırrız.”

(Bir süre sonra Hüseyin mektubunu alıp tam da aynı yere gitmiş okumaya kaldığı yerden devam etmekteydi..)

            “Çok güzel ağlıyor. O kadar samimi ağlıyor ki, yemin ederim kendi derdimi unutup O’na yanıyorum. Ah yavrum benim. Nasıl da sevmiş..

            Hayat işte oğlum,  en büyük sıkıntıların içinde başkalarının acısını da şuranda hissedebiliyorsan, insansındır. Ama bunu yaptığını belli bile etmeyeceksin. O zaman bir anlamı kalmaz. Yani demem o ki, birini seviyorsan, seni acıtsa da susacaksın. Arkadaş, dost, sevgili.. Hayatına almaya layık gördüğün hiç kimseyi hiçbir zaman incitme. Yap, sun, git.. Bekle, gelirlerse gelirler. Yoksa sakın yüzlerine vurma. Sen git, onlar gelmese de git. Ne yapman gerekiyorsa yap. Ama sakın ben yaptım deme, sıra sizde deme. Söylemek pazarlık etmektir. Söylemek ticarettir. Sen sev, onlar bilir, itiraf edemezler, ama inkâr da edemezler.

            Bak ben mesela, gelemiyorum, ama seni çok seviyorum! Kızma..

Baban

01.05.1998”

            Hüseyin mektubun sonuna geldiğinde baharın son serin rüzgârlarından birinin üşüttüğü yüzünden aşağı süzülen sımsıcak gözyaşlarını silerek şunu mırıldandı:

“Babam.. Ben de seni çok seviyorum aslan babam..”

            Kağıdı katlayıp Sezen’in geçen hafta verdiği şiirin bulunduğu cebine iliştirdi ve ağır ağır evine doğru yürüdü.

            Hüseyin yine çok “güzel” iki yalan söylemişti arkadaşlarına.. Mektubu bitirmeden maça gitmek bir türlü içinden gelmemişti.. Ve televizyonda oynayan filmin adı “Mavi Boncuk”tu.. Sezen bu detayı da yüzüne vurmak için pencereye çıkıp Hüseyin’in o halini görünce donakalmıştı.. Hüseyin eve koyulunca Sezen de gözlerini silip içeri gitmişti. Eyvahlar olsundu! Aşk olsundu! Sezen, daha şimdiden, Hüseyin’in ağladığına ağlamaya, güldüğüne gülmeye başlamıştı..

>>> DEVAMI HAFTAYA