BASIN TARİHİNDE SANSÜR


 Zehra ÇOLAK Doktora Öğr.    13-03-2016  


Osmanlı İmparatorluğu’nun 20. Yüzyıla girilirken başında bulunan 2. Abdülhamit dönemi bir anlamda istibdat yönetiminin ve jurnalin simgeler anlamlar kazandığı bir zaman dilimi olarak imparatorluk tarihine geçmiştir. Bu dönemde basın üzerinde görülen sıkı denetimin bir nedeni de padişahın muhalif güçleri olabildiğince geniş olarak yönetim altında tutabilme isteğinden kaynaklanıyordu.

 O dönemde sansür öylesine ileri boyutlara ulaşmıştı ki, padişahı anımsatır gerekçesiyle onu çağrıştırabilecek kelimeler basında yasaklıydılar. Örneğin büyük burunlu padişahı çağrıştırabilecek olması nedeniyle “burun” ve yıldız sarayını anımsatacağı düşüncesiyle “yıldız” kelimeleri bu yasaktan nasibini almıştı.

 Böylesine zor bir dönemden geçen Türk basını 23 Temmuz 1908’de 2. Meşrutiyet’in ilanıyla önemli ölçüde bir rahatlama havasına girmiştir. Bu dönemden sonra basındaki kalem kavgaları, saltanat yanlılarıyla ittihat ve terakki partisi yandaşları arasında gelişmiştir.

 31 Mart 1909’da meydana gelen ve padişah 2. Abdülhamit yanlısı gerici ayaklanmanın ortaya çıkışında “volkan” gazetesinin yayınlarının payını reddetmek gerçeği görmemek anlamına gelecektir. Bu ayaklanma sırasında ittihatçı olarak bilinen “şura-yı ümmet” ve “tanin” gazeteleri ayaklanmacılar tarafından yağmalanıp yıkılmıştır. Bu gelişme gazeteler arasındaki çekişmenin en uç noktası olarak basın tarihimizde yerini almıştır.

 Diğer yandan 31 Mart olayından hemen sonra bu kez ittihat ve terakki karşıtı olan gazeteciler yaşamlarını yitirmeye başlamışlardır. 5 Nisan 1909’da “serbesti” gazetesi yazarı hasan Fehmi beyin öldürülmesiyle başlayan suikastlar, 9 Haziran 1910’da “Sadayı millet” gazetesi yazarı Ahmet Samim’in ve “Şehrah” gazetesi yazarı zeki beyin 10 Temmuz 1911’de öldürülmesiyle devam etmiştir. Bu öldürme olayları aynı zamanda cumhuriyet döneminde de devam edecek olan gazetecilere karşı gerçekleştirilecek olan suikast olaylarının başlangıç noktasını da oluşturmaktadır.