DİNLER VE YORUMLAR


 Prof.Dr.Niyazi ÖKTEM    12-06-2016  


Her din kurumsallaşmış haliyle bir yorumdur ve günümüze değişik yorumlar biçimleriyle gelir. Tek tanrılı dinler bir kitap ve o dinin peygamberinin yaşam öykülerinde kaynağını bulur. Kitap ve peygamber davranış ve sözleri dinin öz ve temelini belirlemektedir. Yaşamın karmaşıklığı, değişen ev gelişen dünya koşulları içinde kutsal kabul edilen her satır ve her söz yorum gerektirir. Bu nedenledir ki, örneğin İslam’da "İcma-ı ümmet", "kıyas-ı fukaha" gibi kurumlar ortaya çıkmıştır. Kur'an-ı Kerim, hadis ve sünnetler kaynak alınarak insanlar, bilim ve din adamları ibadet ve toplumsal ilişkileri düzenleyen kurallar türetmişlerdir. Bu haliyle din, özde Tanrı buyruğu olmakla birlikte, geniş bir biçimde insan beyninin uğraş alanı içine girmiştir. Dinler insan beyninin yorum ve müdahalesiyle kurumsallaşır. Yorum yapan beyin eğer bilgiye donatık değilse, çıkar, tutku ve politik amaçların emrindeyse karanlık, kurnaz, yobaz, çağdışı yorumlarla karşılaşırız. Yok o beyin bilimden, doğrudan, ahlaktan ve hakikatten yanaysa özgürlükçü yorumlar gündeme gelir. Bilim ve doğru verilerle donatık beyin, akla dönüşür; akılcılık, o dine egemen olur.

Bu durumda, dinler hakkında "O din özgürlük ve laikliğe elverişlidir, öbürü değildir" demek hatalı bir yaklaşımdır. "Hangi yorumu?" diye sormak gerekir.

Aslında devlet desteğinde olan ya da devlet çatısı altında yer alan hiçbir din, laik olamaz. Devlet, manevi bir destekle iktidarını sürdürmek isteyince, teokratik düzenler ortaya çıkar.

İslam düşüncesi içinde de tutuculuk-özgürlükçülük ikilemi her zaman gündemdedir. Ne yazık ki, yukarıda belirttiğimiz gibi genelde tutucu eğilimler ağırlık kazanmıştır. Bu nedenle ülkemizde uzman olmayan kişiler kolaylıkla İslam’ın tümüyle laikliğe elverişsiz bir din olduğunu iddia ederler.

Oysa Sünni kesimde tutuculuğu "Cebriye" akımı, ilericiliği ise "Mutezile" temsil etmektedir. Türk toplumunun çoğunluğunun bağlı olduğu "ehl-i sünnet" ise iki akım arasında "orta yolu" izler.

Yazgıcı düşünceyi dile getiren Cebriye yandaşlarına göre her şey, Tanrı iradesi tarafından belirlenmiştir. Tanrı her şeyin yaratıcısıdır ve her şeyi yönetir. Özgür insan iradesinden ve özgür seçişlerinden söz etmek olanaksızdır. Tanrı "iyi kullarını" yaratır, onları cennete gönderir; "kötüler ve kötülük" ibret olsun diye mevcuttur. Tanrı her an, her yerde bu dünyanın işlerine müdahale eder; o insanoğlunun kendini bu yazgıya bırakmasından başka seçeneği yoktur. Cebriye anlayışından bazı siyasal sonuçlar çıkarılmaktadır. Bunlara göre Tanrı'nın buyruklarını peygamberin halifesi olarak gösterilen yetkin insan uygulamaya sokacaktır. Yetkin insanın buyruklarına uymak, İslamiyet’in zorunlu ana ilkesidir. Emeviler bu siyasi anlayışı yozlaştırarak halifenin, peygamberin değil, Tanrı'nın halifesi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yanılmazlık, büyüklük, yücelik gibi sıfatlarıyla halifeye ve onun kurallarına boyun eğme zorunlu görülmüş; despotik bir teokratik düzene, düzlem hazırlanmıştır. İslamı şeriatçı Cebriye açısından ele alırsak, ne laikliğe ne de özgürlüğe yer vardır. Her şeyi, her iki dünyada da Tanrı düzenlemekte; her hareketin içinde Tanrı iradesi bulunmaktadır. Bu durumda devlete de Tanrı ilkeleri ve onun halifesinin iradesi egemen olacaktır.