MEDYA KRİZİ VE CUMHURİYET Medyanın “Epikriz”i


 Zehra ÇOLAK Doktora Öğr.    08-12-2015  


“Kriz”mi? O da ne? Felaket çığırtkanları boşuna sevinmesin, “hamdolsun” kriz yok, olsa bile “bize bir şey olmaz”… İster fırtına, ister kasırga, ister deprem deyin, ne derseniz deyin, bazen söze hiç gerek kalmaz. Ümük üzerinden yapılan teslimiyet öfkelerine de gerek yok. Bir gerçek var o da; dalga, dalga kriz yayılıyor ve herkes dipten gelecek dalganın ne zaman kendisini göstereceğini merak ediyor!

 

Ekonomik krizlerin yarattığı sarsıntılar, sektörel özelliğinden ötürü ilk önce medya işletmelerini etkiliyor. Üretim kaynaklarının önemli bir kısmı dışarıdan sağlanıyor. Salt insan gücüne dayalı bir işleyiş yok. Örneğin en önemli kaynaklardan biri; enerji. Son on yılda salt petrol fiyatlarının artışına bakıldığında, ciddi bir yükselişten sözetmek gerekir. Bu tüm sektörleri etkilediği gibi medyayı da etkiliyor. Domino gibi birbirini etkileyen olumsuz koşullar, her kuruluşu tedbir almaya yönlendiriyor. Bu tedbirlerin en önde geleni ise işten çıkarmalardır. Farklı sektörler için işten çıkarma dışında farklı çözümler üretmek olasıdır. Ancak medyanın yapısal özellikleri, örgütlenme, istihdam biçimi ağırlıklı olarak işten çıkarmadan yana bir tercihi öncelikli kılmaktadır. Medya sektörü, krizin sonuçlarını bir başka kaynakla ikame etme yeteneğinden yoksun bırakılmıştır. Öte taraftan bir gerçeğin daha altını çizmek gerekiyor. Medya sektörünün finansal kaynağı salt kendi üretimine de dayalı değildir. Denilebilir ki, birçok medya kuruluşu giderlerini içinde bulunduğu finansal grubun diğer girişim alanlarından sağlamaya çalışmaktadır. Dolayısıyla genel bir krizin yansıması temel gelir kaynağından feragat etme yerine medya yatırımlarından tedbirlere yönelmeyi doğal olarak ortaya çıkarmaktadır. Medya kuruluşlarının sahipleri sadece gazete, radyo, televizyon sahibi değil. Diğer sektörlerde de işletmeleri, kuruluşları bulunmaktadır. Ağırlıklı olarak diğer işletmelerden elde edilen gelirlerle medya alanındaki girişimler sübvanse edilmektedir. Dolayısıyla ekonomik krizde ilk önce asıl etkinlik alanlarını güvence altına alınmaktadır. Medya bir anlamda  sürekli “üvey evlat” muamelesiyle karşı karşıyadır.

 

Sendikal örgütlenmeden yoksun bir medyada çalışanlar adına güvenceden ya da hak arayışından sözetmek mümkün müdür? Bugün için basın çalışanlarının önemli bir kısmı ilgili yasalar çerçevesinde istihdam edilmemektedir. Diğer birçok sektörde olduğu gibi, taşeronlaştırma gerçeğiyle karşı karşıyayız. Medya işletmelerin önemli bir bölümünün kağıt üzerinde de sorgulanması gerekiyor. Çalışanlar, hangi şirketin çalışanı olduğunu bile farkına varamıyorlar. Öte taraftan işletmeler, yasaların öngördüğü zorunlulukları asgari koşullarda yerine getirmeye çalışıyorlar. Hatta olabildiğince bu yasal zorunlulukları görmezden geliyorlar. Durum böyle olunca da, işten çıkartılmalar salt ekonomik kriz kaynaklı değil, görüş farklılıklarından ya da haberine sahip çıkma iradesi sonucu da gerçekleşebiliyor.

 

Bilindiği üzere “medya plazaları”  diye adlandırılan yapılar, son günlerin moda deyimiyle “akıllı binalar”. Kartlarıyla geçiş yapan çalışan,  bir sabah “turnike”den geçerken, turnikenin çengeline takılıyor ve geçişi hiçbir açıklama ve gerekçe gösterilmeden engellenebiliyor.  Hiçbir etik kural dikkate alınmadan, hoyratça bir kıyım yaşanıyor. Etik kuralın iyi niyet gösterisi olarak sergilenmesini beklemek de bugünün üretim koşullarında sisteminde çok doğru değil. Bunu engellemenin yolu, medya çalışanlarının ilgili yasalar çerçevesinde istihdam edilmesi ve sendikal örgütlenmenin önünün açılmasıdır. Bu koşullar gerçekleşirse, işten çıkarmalarda etik kurallar, yasalar gündeme gelir, hatırlanır. Yasal güvenceden yoksun çalışan, gözden rahatlıkla çıkartılabiliyor. Bu çıkarma işlemi karşısında bir mali yükümlülük işletme için yaşanmıyor. Dolayısıyla gözden çıkarma kolaylaşıyor. Güvenceden yoksun ve talebi yüksek bir istihdam alanında elemanı çıkarmak her işletme için kolay bir karar noktasıdır. Bu düşük ücretin karşısında çıkartılanın da pek fazla direnç göstermediği de ayrı bir gerçektir. Zaten düşük ücret alan mağdur, bir başka çalışma alanından çok daha kolay bu ücreti kazanabilir. Diğer bir deyişle “pazarda limon satarak”da bu parayı kazanma olasılığı karşı duruşu da engellemektedir.

 

 

Bu kara tabloya rağmen, medya çok popüler bir alan. Üniversite tercihlerinde dikkate değer bir ilgiye sahiptir. Bu isteği haklı çıkaracak bir cazibe de var. Ekranda yer almak, imzalı haber yapmak, program sunmak, haber sunmak. Objektiften dünyayı yansıtmak hepsi hoş ve ilgi çeken eylemler. Bu hoşluğu iletişim mezunlarının yoğunlukla yaşadığını düşünüyorum. Birçoğu çok başarılı. Ancak çalışma koşullarının olumsuzlukları hepsini etkiliyor. Bu Türkiye’nin genel sorunu. Bu sorun ağırlığını medyada çok daha fazla göstermektedir. Zamanla bu koşulların daha olumlu bir nitelik kazanacağını düşünüyoruz. Çünkü medya kuruluşlarının üst konumlarında yakın bir gelecekte ağırlıklı olarak iletişim mezunlarının yer alacak. Bunun gerçekleşmesi durumunda iletişim mezunlarının, kendinden sonra gelenler için çok daha olumlu koşulları yaratmanın mücadelesini vereceğine inanıyorum. İletişim Fakülteleri için ulusal bir planlama artık zorunluluktur. Ne yazık ki son yıllarda açılan fakültelerle birlikte sayı artık üst noktaya ulaşmıştır. Bu kadar mezuna yanıt verecek bir pazardan, sektörden sözetmek olanaksızdır. Kontenjanlar azaltılmalı ve iletişim fakültesi açmada koşulların yeterli olup olmadığına bakılmalıdır. Mezun çok olunca sektörde de seçme şansı artmakta ve çalışma koşullarını, standartlarını daha aşağıya çekilmesine olanak vermektedir.

 

Medyanın yoğunlukla yaşadığı krize çözüm olarak “yerel medya”nın güçlendirmesi bir alternatif olarak düşünülebilir. Ancak Türkiye’de yerel medyanın henüz kurumsallaşmış ve boyutlu bir yapı olduğunu söylemek güçtür. Yerel seçimlerin gündemde yerini aldığı bir süreçte, yerel yönetime talip siyasetçiler, yerel medyanın gücünü bu seçimlerde daha yoğun hissedeceklerdir. Bu gerçeğin yerel medya ve iletişim mezunları için gelecekte olumlu sonuçlar doğurması en büyük beklentimiz ve umudumuzdur.

 

Krizde medya için “epikriz”i hazırlayacakların tedavi yöntemi ve çözüm için bu satırlara göz atmasında fayda vardır. Doğru teşhisle, tedavi mümkündür. Hastayı sağlıkla taburcu etmek de işbirliğiyle, iyi niyetle mümkündür.

 

                                                                                              Prof.Dr. Suat GEZGİN

                                                                                              İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi öğr.üyesi