DÜNYANIN MERKEZİ II


 Zehra ÇOLAK Doktora Öğr.    08-12-2015  


İŞTE SİZE YALIN VE KATIKSIZ BİR ÖYKÜ:

1-İLETİŞİM ÖĞRENİMİNDE ÖĞRENCİ KONTENJANLARI SEKTÖRÜN BEKLENTİ VE TALEBİYLE ÖRTÜŞMÜYOR!

Her yıl ÖSS sınavı öncesi kontenjan belirleme süreci yaşanır. Kontenjanları düzenlemek üzere istenilen görüşler doğrultusunda kurumlar kendi olanakları elverdiğince sayı bildirirler. Ardından bu görüşler doğrultusunda kontenjanlar ilan edilir. Her yıl bu kontenjanlar kurumlarının önerilerinin çok çok üzerinde gerçekleşir. Eldeki olanaklar, koşullar belirlenen kontenjanları karşılayacak düzeyde değildir. Nitelikli bir öğrenim sürecinin gerçekleşebilmesi için kontenjanların belirlenmesinde mutlaka ve mutlaka fakültelerin istemlerine dikkat edilmeli ve bu istemler doğrultusunda kontenjanlar belirlenmelidir. İletişim öğrenimi yapısı gereği kuram ve uygulamanın birlikte gerçekleştiği bir alandır. Öğrencilerin hedeflenen düzeyde bir öğrenim olanağına kavuşabilmesi için sayının sınırlı olması gerekir. Bu sayının sınırlılığı salt fakültelerin koşullarına bağlı değildir. Aynı zamanda sektörün de öngörülen mezun sayısına yanıt verecek bir kapasitesi yoktur. Özellikle medyanın yaşadığı finansal sıkıntılar kontenjan sayılarının realize edilmesini zorunlu kılıyor. Önümüzdeki sürecin aynı yanılgıyla sürdürülebilmesi, işsiz ordusunun çok daha tehlikeli boyutlara varmasını kabullenmek demektir.

2- İLETİŞİM FAKÜLTESİ SAYISI ÜLKE GEREKSİNİM VE GERÇEKLERİYLE ÖRTÜŞMÜYOR!

Öğrenci kontenjanlarına ilişkin serzenişin ardından dile getirilmesi gereken bir başka gerçek de ülkemizde sayıları her geçen gün artan iletişim fakülteleridir. Bugün için sayı neredeyse 25’e yaklaşmıştır. Her ile bir üniversite şiarıyla yola çıkan siyasilerimiz yakında “her ile bir iletişim fakültesi” diyerek iletişim fakültelerinin sayısını 81’e çıkaracaklardır. Gerek üniversite gerek fakülte sayısının artması yarardan çok zarar getirme noktasına varacaktır. Neredeyse bu söylem “liberal” bir yaklaşımla “bırakalım yükseköğrenimi piyasa koşulları belirlensin”e varacak düzeydedir. Ülkenin kamburu gibi yorumlanan ve değerlendirilen KİT’lerin piyasanın azgın dişlileri, dişleri arasında eriyip gideceğine inanan “güç-süz-ler”, yakında aynı savla ortaya çıkıp, üniversiteleri de piyasa koşullarına bırakıp ayakta kalanların yaşayacağı bir dünya yaratalım diyeceklerdir. Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal yapısı, koşulları ne siyasal hesaplarla yapılan çıkışlara ne de piyasa azmanlarının beklentilerine yanıt verecek durumdadır. Dolayısıyla Türk Yükseköğreniminin planlanmasında ülke gerçeklerine, gereklerine ve gücüne uygun bir yaklaşımla ortaya çıkmak çok daha yerindedir. İletişim fakülteleri özgürlüğünde de vurgulamak gerekirse, artık Türkiye’nin yeni bir iletişim fakültesine gereksinimi yoktur. Var olanları güçlendirmek, desteklemek ve çok daha nitelikli bir öğrenim vermesi için çaba göstermek çok daha doğru bir yaklaşım olacaktır.