NEYE EVET NEYE HAYIR DİYECEĞİZ
Şuayip BÜTÜN 08-12-2015
(Yayın hayatına başlayan ve R.Ferhat VURAL’ın editörlüğündeki gazeteye başarılar ve umarım her şey amaçladığı gibi olur).
Yaşadığımız coğrafya dünyanın en kıymetli ve yaşanabilir yeridir. Ama ülke olarak biz cumhuriyet sonrası teknolojik gelişme ve “muasırlaşma” yı tamamlayamadık, daha doğrusu kaçırdık. Ağır sanayi devri geçti, ince sanayi devri geçmek üzere ve artık ileri teknolojiyle uğraşan ülkeler uzayda hayatın/yaşamanın mümkünlüğü üzerine ciddi çalışma yapıyorlar. Biz neyle meşgulüz derseniz tabiî ki Terör meselesi ile. Cumhuriyetten bu tarafa ilk defa gayrı safi milli hasıla dan en büyük payı mevcut bu iktidar döneminde Eğitime ayrılmıştı.Daha sonra tekrar güvenlik merkezli çözüme dönme eğilimin de olunca iktidar tabiî ki aslan payını da güvenlik eksenli harcamaların alması doğaldı.
Anadolu, ne tarihte ne de Cumhuriyet devriminden sonra homojen bir kültür ve kimlik yapısına sahip olmadığı için, “Millet” denilirken, “din kardeşliği” kast ediliyordu. İdeolojik ton farklılıklarına(ulus-millet) rağmen- cumhuriyetin kuruluşundaki “ulus” anlamı ile Türk Ulusu/Milleti kast ediliyor. Kürtler ise, kendilerinin “Türk” değil; eşit kurucu unsur olarak “Kürt” ulusu olduklarını söylüyorlar. Buna Sol/Marksist jargonla bakanlar “Müslüman” kimliğini, asimile edilmelerinin bir aracı olarak görüyor. Ülkeyi,beraber kurtardık; devleti ‘Türkler’ adına kurdular” diyorlar. Türkiye toplumu, ne muhafazakar dindarların kastettiği anlamda dini bütün bir millettir; ne de sol ,laik, miliiyetçi kesimin anladığı anlamda “uluslaşmış” bir bütündür. Öncelikle, Kürtlerin en az yarısı, -etnik ve dini bağlamda- her iki siyasal ideolojinin kapsamına girmiyor. Ayrıca, ulusal sol’un kültürel/siyasal tabanı ve ideolojisi, muhafazakar dindarların “millet” tanımına uymuyor ve girmiyor. Türkiye’nin bugünkü toplumsal birliği, imparatorluk yıllarında İslam’ın çalmış olduğu “Milli” mayasından; 1950 sonrası Menderesle birlikte Demokrasiye geçtikten sonra Blok olarak Sağ/Muhafazakâr partileri sürekli iktidara taşıyan dini kardeşlik değil; yüzyıllarca beraber yaşamış olmaktan, komşuluktan, kader birlikteliğinden Türkiyelilikten geldiğini söylemek abes olmasa gerek. Din/İslam’ın mevcut yorumu (eski metinlerle) veya Irk, ulus vurgusu, bugün burada yaşayan insanların birlikte yaşamalarını değil; çatışmayı doğuruyor. Vatan/Toprak derken, meskun olduğumuz memleketin doğurduğu tarihsel, toplumsal kültürel, psikolojik bir tanışıklıktan ünsiyetten doğan, maslahattan bahsettiğimiz, sanırım dikkatlerden kaçmaz. Bu yaklaşım, zaten tarihten gelen “din kardeşliği”ni görmezlikten gelmez; sadece, bugünkü reel politiğin çoğulcu toplum ve küreselleşme, bu verinin uygulanabilir olmaya yetmediğini ima eder. Çoğulcu, çok kimlikli modern toplumlarda politik iradenin kültür ve eğitim politikası, Modern Yaşamı Destekleme veya Dindar Yaşamı Destekleme, şeklinde olamaz; olursa, totaliter rejime evrilebilir. Sosyal medyanın, (twitter, facebook vb) imge ve hazzın zirve yaptığı bir çağda, “zamanın ruhunu/zamanın sözünü” söyleyemezseniz/üretemezseniz sonuçta maalesef arkaik kalma gibi bir durumla karşılaşmış olursunuz.
Peki bu kısır döngü veya içinde bulunduğumuz durumdan bir çıkış üretebilir miyiz, yani krizi kurtuluşa döndürebilir miyiz? Bugüne kadarki çözüm yolunda yapılanlar (Çözüm ve kardeşlik projesi hariç) güvenlik tedbirleri içeren tedbirlerdi. Tek millet vurgusunun yarattığı hoşnutsuzluktan ve karmaşadan da Türkiyelilik veya Anadoluluk tabirleri ile çıkabiliriz. Türkiyeli olmanın ortak paydasında ve toplumsal sözleşmenin kurallarına uyma koşulu ile her ”kim?” kendini nasıl tanımlıyorsa, tanımlasın; nasıl çağırıyorsa çağırsın. Kürt vatandaşlarımızı/kardeşlerimizi, “Türk” olarak çağırmak zorunda değiliz. Türkiyeli olmanın ötesinde kimseye “kimlik” sorulmasın. Bunun alternatifi, unutmayalım ki ülkenin iç savaşa sürüklenmesidir.Türkiyelilik kavramını anayasal olarak güvence altına alarak “anayasal vatandaşlık”ı daha demokratik-özgürlükçü ve fırsat eşitliğini sağlayan bir hale getirmeye çalışmak lazım. Eğer “Halka hizmet, Hakka hizmet” ile aynı ise; Muhafazakar ve dindarlar, siyaseti dini saik ile; laikler, ulusalcılar, solcular, ahlaki ve insanlık saiki ile; milliyetçiler de, ötekini aşağılamadan, ona haksızlık yapmadan bir arada yaşamanın formunu oluşturabilirler. Öldürerek, ölmeye davet ederek değil yaşamaya çağırarak hatta güçlü bir sesle; Çağdaş Demokratik devletin yapması gerekenleri hatırlatarak silahla/terörle çözüme ulaşmaya çalışanları da ötekileştirerek çağrılarına kulak vermeyerek yer yer direnç göstererek toplumsal uzlaşma formunu oluşturabiliriz.
Peki neye evet diyeceğiz; İleri demokratik devletin yapması gerekenlere, birlikte, bir arada anayasal vatandaşlığın (Türkiyelilik) güvence altına alınmasına, hiç kimsenin kendisini öteki hissetmediği huzur içinde ve birlikte güçlükleri aşmak, ülkenin gelişimini, sorunlara birlikte çözüm üretmeye evet,
Peki neye Hayır diyeceğiz; Ayrıştırmaya, ötekileştirmeye, İnsan Öldürmeye (teröre), hayır diyeceğiz .Nazım’ın dizeleriyle bitirelim “yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine”.
Şuayip BÜTÜN
Not:(Yazıda İ.Gülerin makalesinden yararlanılmıştır.)