MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ-4


 Ali BÜYÜKŞAHİN    07-05-2017  


   Mevlana insanlar arasında ayrım yapmamıştır. Kendi yaşamında insanlara yetmiş iki milleti bir gören bir anlayışla yaklaşmıştır. Mevlana, bilindiği gibi Türk olduğu halde tüm eserlerinde Farsça dilini kullandı. Oysa o dönemlerde yaşayan Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli çok iyi anlaşılır bir Türkçe kullanmışlardır. Mevlana egemen güçlerle (Selçuklu ve Moğollarla) hiç arasını bozmadı. Onlarla çok yakın ilişkiler içindeydi. Moğollar gittikleri yerlerde halka çok baskı yapıyorlardı ve toplu katliamlara girişiyorlardı. Özellikle Anadolu halkı bu konuda ağır koşullar altında yaşıyordu. Her nedense hoşgörülü, içi insan sevgisiyle dolu, haksızlığı hiçbir zaman kabul etmeyen Mevlana, halka baskı yapan güçlerin karşısına dikilip sözlü veyahut yazılı bir şekilde tepkisini göstermiyordu. Onun bu durumu bazen eleştirilere meydan veriyordu. Ama bununla birlikte insanların yüreğinde ve gönlünde yer edinmeye hak kazanmıştır.

   Mevlana’ya göre Tanrı, Ehlibeyt ve Ehlibeyt gibi masum ve temiz olan insanları dünyada örnek olsunlar diye yaratmıştır. Çünkü onlar kötülüklerden arınmış iyi-dürüst insanlardır ve dünyaya aydınlık verenlerdir.Hz. Ali için şöyle demiştir; “Cihan var oldukça Ali var idi. Cihan var iken de Ali vardı. Cihanın temeli suret buluncaya kadar var olan Ali idi. Yer resmedilinceye kadar, zaman husula gelinceye kadar var olan Ali idi. Veli Vasıf olan Şeyh Ali, cömertliğin, keremin, bağışın sultanı idi. Ali’den ötürü melekler Âdem’e secde ettiler. Âdem bir kıble gibiydi. Secde olunan Ali idi. Âdem de, Şit de, Eyüp de, İdris de, Yusuf da, Yunus da, Hud da, Musa da, İsa da, İlyas da, Salih de, Davut da Ali idi. Nefsin tamamından ötürü cihan sofrası üzerinde elini bulaştırmayan kahraman aslan Ali idi.”           “Kur-an’ın yer yer ayetlerinde Tanrı’nın ismetini vasıf ile övdüğü Kur’an sırlarının Kaşifi Ali idi.”

(Mevlana Divan-ı Kebir-Gülağ Öz, Aleviliğin tarihi kökleri ve Anadolu Erenleri-uyum yayınları: sayfa:103)

    Mevlana’ya göre bilge olan Ali, sevgidir, aşktır, insanın yüzündeki güzelliktir. Hz Muhammedin buyurduğu gibi; “ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır.” Çünkü Ali sorunlara yanıt bulmak için başvurulan anahtardır. Onun ilminin yanında aydınlık, hoşgörü, alçakgönüllülük, fakire ve yetime yardım eli uzatmak, kendi özünü tanımak ve özünde hakkı görmek vardır. İşte Mevlana, bütün güzelliklerin Hz. Ali de bulunduğuna inanmış, onun önder ve örnek bir kişiliğe sahip olduğunu vurgulamıştır.

    Mevlana gibi Hz. Ali’yi seven şairlerimizden Hilmi Dede Baba bir şiirinde der ki;

“Aynayı tuttum yüzüme

Ali göründü gözüme

Nazar ettim özüme

Ali göründü gözüme.”

   İslam dininde birçok tarikatlar kurulmuştur. Anadolu’da kurulan tarikatların en büyüklerinden eden Mevlevi ve Bektaşilik tarikatlarıdır. Mevlevi tarikatının piri Mevlana, Bektaşi tarikatının piri ise Hacı Bektaş Veli’dir. Tarikatlar her iki büyük Erenin hakka yürümesinden sonra kendi adlarına nispet olarak kurulmuştur. Kuruldukları yıldan bu yana işlevlerini sürdürmektedirler. Mevlana, Hacı Beka-taş Veli ve Horasan Erenleri gerek bilgelikleri, gerekse “İnsan-ı Kamil” olma özellikleriyle insanların gönlünde taht kurmuşlardır. İslam’ın dışında diğer dinlere mensup insanlar tarafından da benimsenmiş ve “örnek insanlar” olarak önem kazanmışlardır.

      Mevlana, yaşamı boyunca Selçuklu sultanları tarafından desteklenmiştir. Ölümünden sonra ise, Osmanlı ve Cumhuriyet yöneticileri makamına sahip çıkarak maddi ve manevi destek vermeyi esirgememişlerdir. Cumhuriyetin kuruluşundan kısa bir süre sonra türbe, tekke, ve zaviyeler kapatıldığında ona ayrıcalık tanınmış ve makamı hizmete kapatılmamıştır. Gösterilen ilgi hala devam etmektedir.

    Kaynaklar Atatürk’ün, Konya’ya her gittiğinde Mevlana’yı ziyaret ettiğini ve onu en içten duygularla anarak hakkında çok güzel sözler söylediğini yazmaktadır. Yazar Burhan YILMAZ, “BİLİNMEYEN MEVLANA” kitabında belirttiğine göre: “ Atatürk Konya’ya bir gelişinde Naim Hazım ONAT’a şöyle demiştir: “Ne zaman bu şehre gelecek olsam, Mevlana’nın ruhaniyeti bütün benliğimi sarar. O çok büyük bir dahi, devirler açan bir teceddüt (yenileme-tazeleme) aşığıdır.” Atatürk Mevlana’ya beslediği duygularının bir benzerini Hacı Bektaş Dergâhı Postnişini Veliyettin Çelebi için de şöyle ifade etmiştir. “Çok büyük insan… Onunla konuşunca adeta ruhum yıkanıyor. Kaynak suyu gibi temiz, okyanus gibi geniş ve derin… ” [Cemal ŞENER-Atatürk ve Aleviler(Celalettin ULUSOY) –Hünkar Hacı Bektaşi Veli Alevi Bektaşi Yolu.]

    Büyük insanlar öldükten sonra da yaşamları ve kişilikleriyle daha çok önem kazanır ve yücelirler. Türbelerinin bulunduğu yer bir çekim alanı gibi insanların ilgisini ve gönlünü çeker. Örneğin; Medine’de Hz. Muhammed, Necef’te Hz. Ali, Kerbela’da Hz. Hüseyin, Konya’da Hz. Mevlana, İstanbul’da Fatih Sultan Mehmet, Hacı Bektaş Veli ve Ankara ’da Mustafa Kemal Atatürk, Hem yurt için hem de yurt dışında örneklerini çoğaltabiliriz. Burada şunu demek gerekiyor:

Büyük insanlar sağ veya ölüm halinde de olsa, bulundukları yerin suyudur, havasıdır ve nefesidir.

Mevlana, Kabeyi insanın kalbinde ve gönlünde görür. O’na göre kalp ve gönül Tanrı’nın yapısıdır. Tanrı’nın bu güzel emanetine iyi bakmak ve sahiplenmek gerekir. Tanrısal bir nitelik taşıdığına inanılan kalp kırılmamalıdır ve incitilmemelidir. Çünkü o (inanan için) Tanrısal gizin barındığı yerdir. Mevlana onun için, “Kâbe Allah’ın lütuf ve ihsan evidir, ama benim bedenim onun sır evidir.” Demiştir.

Demek istiyor ki; Bu sırra ermeye çalışmak Tanrı’ya yakın olmak demektir. Bedende barınan “sır evi” nin anlamını kavrayan, gereken değeri veren kişi olgunluğa erer ve meyve verir.

İnsanın en değerli varlığı olan gönül Kabesine gereken önemin verilmesini vurgulayan, Yunus Emre diyor ki;

DEVAM EDECEK