KAÇ BU HAPİSHANEDEN DIŞARDA “HAYAT” VAR


 Şuayip BÜTÜN    08-12-2015  


Başında gardiyanla yaşayanlar sadece cezaevlerindekiler mi? Dört duvar arasında ömür sürenler sadece müebbet mahkumları mı? Demir parmaklıklar ardındaki gözler sadece "hürriyeti bağlayıcı ceza" alanlara mı ait? Milyonlarca insan görünmez duvarlar arasında gönüllü bir hükümlülük halinde. Gardiyanların gözetiminde bakıyor demir parmaklıklar ardından hayata. Dünyayı kendi dünyalarından ibaret sanıyorlar. Kendi yaşadıkları "yaşam tarzı"ndan başka "tarz" tanımıyorlar. Kendi doğrularını tartışma kabul etmez tek doğru, kendi tercihlerini alternatifsiz kabul ediyorlar. Dünyada bir kendileri var, bir de diğerleri. Bir kendi gibi yaşayanlar var, bir de başkaları. Bir kendi gibi düşünenler var, bir de ötekiler. Bir şey kendi isteklerine, beklentilerine göre geliştiğinde güzel; keyiflerini kaçırdığında çirkin. Yağmuru pencereden seyrederken romantik bulup, altında ıslanırken baş belası sayabiliyorlar. Yağmuru bekleyen çiftçilerin bir damla önemi yok onlar için. Güneş onların dünyalarına doğduğu sürece var, onlar gölge bir yer bulana kadar zararlı, onlar deniz kenarında güneşlendiği sürece solaryum cihazı. Böcekler onları ısırmadığı sürece yoklar, görüldüklerinde öldürülesi çirkin yaratıklar. Çiçekler sevgiliye sunulması, adına şarkılar bestelenmesi gereken bir süs eşyası. Çocuklar, eşler güzel güzel giydirilip yanında gezdirmek için gerekli birer aksesuar. Et kolesterolden ibaret. Sebze rejim listesinde bir madde. Su, günde bilmem kaç litre tüketilmesi gereken bir içecek. Cehaletten örülü duvarlar önyargıyla sıvanıp, üstüne bencillik çatısı geçirilmiş…

 Dışarıdaki harika dünyadan, muhteşem hayattan haberleri olmayan milyonlarca insan… Her yıl hep aynı şekilde tatil yaparak; tarihi, Milli Eğitim müfredatındaki tarih derslerinin anlattığı gibi sanarak; matematiği, "havuz" problemleriyle sınırlayarak; müzik denince sadece pop müziği hatırlayarak; kainata "manzara" dışında bir gözle bakamayarak; yaşamı, televizyon ekranından ve kahvehane/mahalle dedikodularından ibaret bilerek, daracık bir hapishane örüyor kendine. Tüm bu hapis hayatını en büyük özgürlük zannederken, kendi hayatıyla zaman zaman kesişen farklı hayatları "ziyaretçi" olarak görmek bir yana, küçümser gözlerle seyrediyor. Çünkü o küçük dünyasının dışındakiler mutlaka tuhaf, kesinlikle acaip, incelenmesi şart, araştırılması gerekli yaratıklar. Oysa volta atıp duruyor, özgürce yürüyorum derken. Sabah trafiğinde olduğunu sanıyor, koğuşta sayım için beklerken. En kötüsü de, kendisini hür zannettiği için, asla kaçmayı düşünmüyor hayata. Kaçsa kaçsa otoban kenarındaki yeşilliklere piknik yapmaya kaçıyor. Ve dudaklarından dökülüveriyor, "İşte hayat bu" sözleri. Yumruğunu sıkarken aslında sıktığının, parmaklıklar olduğunu fark etmeden.

 

Gün biterken yeni bir sayım alıyor gardiyanlar: Yazar kasalar Z raporu alıyor. İşletmeler hesap kapatıyor. Çelik kasalar kitleniyor. Kepenkler indiriliyor. Oysa dışarıdakiler buna gün batımı diyorlar. Onun eşsiz güzelliğini seyrederken, batıp gitmeyeni düşünüyorlar. Kapatacakları hesapları, indirilecek kepenkleri, kitleyecek kasaları, alacakları Z raporu olsa da, esen rüzgârı, düşen yağmuru, şekilden şekle giren bulutları, ezan sesini, ayaklarının altındaki toprağı, başının üstündeki gökyüzünü işitiyor, görüyor, hissediyorlar. Çünkü dışarıdalar. Çünkü özgürler. Çünkü hayattalar. Çünkü hayat, onu fark edenlere var.