MALİK BİN NEBİ VE SÖMÜRÜ UYGARLIĞININ İFŞASI-2


 Mustafa ÇATLI    29-10-2017  


        M. bin Nebi sömürgecilerin iki yüzlülüğü konusunda : bu günlerde (1954) Malay halkının, İngiliz Hava Kuvvetleri filolarının köylerine yağdırdığı bomba yağmuru altında yudumladıkları “Barış ve Özgürlük” ün tadını da unutamayız. Sömürmek ve uygarlaştırmak eş anlamlıdır der.  Aynen günümüzde sömürü uygarlığının Afganistan, Irak, Suriye, yemen, Libya ve diğer İslam coğrafyalarını işgal gerekçesini demokrasi ve uygarlaştırma oluşturduğu gibi.

     Kadın sorununa da değinen Malik b. Nebi’nin bu konudaki düşünceleri şöyledir: Bizdeki kadın hareketi kadının görünümü ile ilgili boyutuna tahsis edilmiştir. Bu görünüş kadın hayatının yüzeysel ve kabuksal boyutudur. Oysa sorun (Kabuk)’u incelemekle yetinemeyeceğimiz kadar önemlidir. Dişinin dehasını alan uygarlık, Kadın Amazon, erkek de efemine olduğunda ahlaksızlık, çözülme ve dayanıksızlığa varmaktadır.  Erkeğin yapısını alan uygarlık ise kuruluğa, kısırlığa ve taşlaşmaya varmaktadır. İslam toplumunun dejenerasyonuyla birlikte toplum kadın konusunda verimliliğini kaybettiği kadar, şiddet ve kısırlık açısında cahili toplumun bulunduğu duruma geri dönmüştür. Bugün kızları gömmüyoruz. Fakat biz kızları yarı diri toprağa gömmezken onları cehalete gömüyoruz. ,

       Avrupa, Ortaçağda her tarafa yayılan kadını Amazonluk geleneklerinden kurtarıp takdir eden düşüncenin kültürünü İslam toplumuna borçludur. Fakat bugün  görmekteyiz ki Avrupa tekrar amazonu “Hanım Efendi”nin  yerine koymaya erkeğin yerini ise efemineyi “Eğlence Düşkünü” koymaya başlamıştır. Bu değişim “Kadının Özgürleşmesi” adını verdikleri hızlı değişim sebebiyle olmuştur. Bizim İslam’ın kadına katı cahili adetlerden kurtarıp bahşettiği onuru geri vermemiz gerekir. Fakat kadını erkeğe egemen “Amazon” değil de şerefli duygular uyandıran “Hanım efendi” ye dönüştürebilmemiz için onurunu ona tekrar vermeliyiz.

      Malik b. Nebi de kültür sorunu: kültürümüzün patolojik iki yönü bulunmaktadır:                                                                     A) Öldürücü fikirler: Batıdan ödünç aldığımız fikirler ki bu“sömürü”  olarak adlandırdığımız yöndür.                                                 B) Ölü fikirler: Hayatiyetini kaybetmiş bizim yapımızda dolaşan fikirler ki bu da “sömürüye yatkınlık” adını verdiğimiz yöndür.

        Her toplum kendisini öldürecek fikirleri de kendisi oluşturmaktadır. Bu fikirler öldürücü fikirlerden daha tehlikeli olan ölü fikirler olarak o toplumun sosyolojik mirasında varlığını sürdürmektedir. Ölü fikirler daha tehlikelidir. Çünkü onlar, toplumun adetleriyle uyumlu olduğu için toplumun yapısına etkisini içten yapar. Eğer bu fikirleri bir tasfiye işlemine tabi tutmazsak , İslami yapıyı içten parçalayan ırsi virüsleri oluştururlar. Bu etkinliklerinin nedeni toplumun kendi savunma gücünü aldatmalarındandır.  Keza, gerçek savaşın, sömürüyle bu devrimler çerçevesinde yapılan savaş olmadığını fakat, ülkenin içindeki sömürüye yatkınlıkla yapılan savaş olduğunu anlıyoruz. Sömürüye yatkınlık; bazı feodal şahsiyetlerde ve bazı gerici adetlerde temsil edildiği gibi, kötü durumunu tahmin ettiğimiz o ülkede Mehdi’yi temsil ettiğini iddia eden bir davetçide de sembolize olmaktadır.

    Bizdeki “entelektüel boşluğunu”  bu günkü en büyük sorumluluk olarak değerlendiriyorum. Ben entelektüelin görevini bu tür bir angaje yaşamadan, yani bazen  kendisini partizanlığa mecbur hissedeceği belirli bir çerçeveye girmeden, ülkesinin toplumsal hayatını daha büyük bir aktiviteyle gerçekleştirebileceğini düşünüyorum. Bizim, genel olarak kültür kavramı, özel olarak da batı kültürü karşısındaki tavrımız, tüm problemin temel nedenidir.

Batı uygarlığını: Disko + kafe + fakülte + parlamento =  tam bir çöküş, çözülmüşlük ve çürümüşlük şeklinde formüle etmektedir.