İLAHİYATÇILARIN DİN SÖYLEMİ-1


 Mustafa ÇATLI    01-07-2018  


      Kur’an-ı Kerim Araştırmaları Merkezi (KURAMER) müdürlüğünü yapan T.C 16. Diyanet İşleri Başkanlığı da yapmış olan Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun yazmış olduğu “İslam Işığında Müslümanlığımızla YÜZLEŞME” adlı eserden Din anlayışımıza katkı sunacak eleştirel düşüncelerden iktibaslar yapmak istiyorum.

     Bardakoğlu, ilahiyatçıların din söylemindeki problemli yaklaşımları 5 noktada eleştirir:

1-      Tarihsel tecrübenin (geleneğin) tanıtım sorunu

2-      “Gerçek İslam” tasavvuru

3-      “Kur’an İslam’ı” anlayışı

4-      Totaliter üslup

5-      “Kuşatıcı Din” anlayışı

   

    İlkten bir gözlem olarak ilahiyatçı bilim adamlarının söylemlerinin çoğunlukla tarihsel tecrübenin bir kesitini din olarak görme ile günümüzde insanlığın sahip olduğu bilgi ve değerlerden örülü bir din tasavvuruna gitme ve onu da gerçek din olarak tanıtma noktası arasında med cezir (gel-git) hali yaşadığı söylenebilir.

     Gerçek ve tek bir din tasavvuru halihazır dini söylemin önemli bir açmazıdır. İlahiyat bilimi açısından ise tek ve gerçek bir dinden söz etmek yerine belli bir dönem ve muhitte dinin nasıl algılandığını, dinin doğrudan ve dolaylı alanlarında ne tür eğilim ve düşüncelerin bulunduğunu araştırmak, daha doğrusu dini yaşanmış ve yaşanmakta olan bir olgu olarak ele almak önemlidir. Oysa ilahiyatçıların din söyleminde gerçek ve tek bir İslam tasavvurundan kaynaklanan ve onu da kendi kişisel tercihine hasreden, bunu vurgulamak içinde “İslam’a göre”, “İslam da”, “Kur’an’a göre” diye başlayan kategorik ve normatif içeriklerle yüklü cümlelere sıkça rastlanır. Yazılan kitapların adı da çoğu zaman bu ifade kalıplarıyla başlar. İslam’ın tarihsel tecrübesine temsil görevi yüklemeyenler bu sefer dini tanıtırken çağlarındaki uygulamayı ve bilgi birikimini esas alıp kişisel beklentilerinden örülü bir idealizme kaçarlar. Çağdan aldıkları bütün iyi ve güzeli bu tasavvurun içine özenle yerleştirmeye çalışırlar.

    Bu bağlamda İslam’ın ideali temsil etmesine itiraz edilmezse de söylem her zaman bu ölçüde kalmaz, giderek sübjektif idealler, sempati ve kaygılarda aynı içerikte yer almaya başlar. Artık bu noktanın bir sonrası “İslam’ı doğru anlama, iyi anlama iddiası”, bir ilerisi de “gerçek İslam” söylemidir. Bu safhaya gelindiğinde muhtemel seçenekler arasında beğenilmeyen bir şey görüldü mü ona “İslam müsaade etmez”, “Kur’an yol vermez”, çeşitli beslenme kaynaklarına sahip beklenti ve tercihleri de “İslam emreder” olacaktır. Çünkü artık söylem sahibine göre gerçek din veya Kur’an-ı doğru anlamak böyle düşünmeyi gerektirmektedir. Hatta o, Kur’an adına uyarmakta ve konuşmaktadır. Sonuçta günümüz insanının gerek camii vaazları ve tarikat öğretisi gerekse yazılı ve görüntülü medyadaki “popüler din” söylemi sayesinde yakından tanıdığı ve giderek kanıksayıp alıştığı bunun içinde doğru veya yanlışlığını düşünmeye bile vakit bulamadığı bir dini anlatım üslubu ortaya çıkar.

      Günümüzde ilahiyatçılar tarafından İslam gerçeği, gerçek İslam, gerçek din, vahiy gerçeği tabirleriyle ya da bu çağrışımı yapan adlarla yayınlanan eserlerin sayısındaki artış bu anlayışın yaygınlaşmasının sonucudur. Ancak gerçek İslamcı düşünce biçimi günümüze ve ülkemize mahsus bir durum değil, İslam dünyasının özellikle son yüz yıllardaki hırpalanmış lığının umumi vicdanda yol açtığı burukluğun veya hesaplaşma arzusunun ulemayı sevk ettiği neredeyse ortak bir söylem tarzıdır.