İLAHİYATÇILARIN DİN SÖYLEMİ-2


 Mustafa ÇATLI    08-07-2018  


     Dinin iki temel kaynağı olan Kur’an ve Sünnet metinlerinin kullanımı da ilahiyatçıların söyleminde “Gerçek İslam”  tasavvurunun yol açtıklarına denk bazı problemler taşır.  Kur’an, Allah kelamının muhataba indirilmiş şekli olduğundan insan ve dünya gerçeğinden bağımsız bir metin değildir. Günümüzde aradaki insan ve yorum unsurunu kaldırıp muhatabı çerçeveli bir anlayış kalıbıyla karşı karşıya bıraktığı için yoğun bir sübjektivite taşıyan gerçek İslamcı söylemin ilk bakışta beğenilen ve arzu edilen ürünler vermesi aldatıcı bir durumdur. Zira aynı seçmeci yöntem ve yaklaşım tarzının zıt fikirlerin sunulmasında da rahatlıkla kullanılabileceği açıktır. Söylemin cazibesine kendini kaptırmayan soğukkanlı bir gözlemci sonuçta söylenenlerin hiçte öyle gerçek ve tek tespitler olmadığını kolayca kavrayabilir.                                                          

    Böyle olunca Kur'an metninin ya da sünnetteki bir uygulamanın soyut kelam ve felsefe tartışmalarına, hukuk ve siyasetin formel taleplerine, sosyal projelerin inşasına ya da uluslararası ilişkilerin şekillendirmesine doğrudan kaynaklık ettirilmesi, aradaki insan unsurunu, değişkenliği ve yorumun sübjektivitesini gölgelediği için yanıltıcı olmaktadır.

     Oysa birçok çağdaş ilahiyatçının din söyleminde tefsir kavramı, Kur’an’ı okuyan din bilgilinin metin ile irtibatlandırdığı ve bu vesileyle muhatabına hatırlatmak istediği rey ve içtihat türü kişisel görüşü değil, ilahi kelamın kolay ulaşılamayan deruni anlamını ve açıklamasını temsil eder. Böyle bir söylem tarzıyla muhatap kitlenin kitabın ve peygamber sözlerinin gündemdeki her soruna çözüm getirmiş olduğu yönündeki iyimser beklentisi karşılıklı olarak birbirini besler. Bu safhada artık tarihten ve çağdan devralınan geniş bir kültür ve zengin bir beşeri birikim, lafzın harf ve satır aralarına önce sıkıştırılarak sonrada onlardan geri üretilerek dini gereklilik, öneri veya onay haline getirilir. Artık bu yola girildi mi Kur’an konuşturulur, pozitif birimlerden siyaset teorilerine, toplam kaliteden eğitim ilkelerine kadar birçok konuda ona son söz söyletilir. Bu söyleme sahip ilahiyatçıyı Kur’an İslam’ını ya da Kur’an’da saklı İslam gerçeğini deşifre ediyor olmanın heyecanı sarar. Kur’an’a yüklediğine ve ona söylettiğine aykırı düşen hadisler dahi mensuh veya mevzu sayılma hışmına uğrayabilir.  Hatta ayetlere de lafzı, metinsel ve tarihsel bağlamı dışında anlam vermek gerekebilir.

       Mesela madem günümüzde eşlerden kadında erkekte mahkemede boşanma talebinde bulunabiliyor, öyleyse Kur’an’da da hem kadın hem erkeğe boşanma hakkı açık biçimde tanınmıştır, ama dini yozlaştırıcılar bir oyunla boşama hakkını erkeğin tekeline vermiştir. Koca dayağını bu gün savunmak mümkün olmadığına göre Kur’an’da geçen “Dövme” ye de “Evden Uzaklaştırma” ve “yolculuğa gönderme” (Y.N. ÖZTÜRK), “Cinsel ilişkide bulunma” (H. ATAY), gibi sakıncasız bir anlam vermek, “El kesme” yi ele çizik atmaya veya engel olmaya dönüştürmek, Kur’an’ın çok evliliğe müsaadesini de “kerhen cevaz” (B. BAYRAKLI) olarak göstermek icap eder.

         Çağımızda hadislerin kullanımı ve sünnete yüklenen anlam, sünnet inkârcılarına karşı sünneti koruma ve savunma gayreti ile birleşince ve Hz. Peygamber sevgisi gibi duygusal bir iklime girilince “Kur’an İslam’ı” hakkında söylenenlerin bu alanda da fazlasıyla geçerli olduğu tezi haklılık kazanmakta ve iki tür İslam adeta bir biriyle yarıştırılır olmaktadır. Bu kervana akıl yerine kalp, keşf ve ilhamı ön plana çıkaran, zahir ilimlerin sığlığını ileri sürüp insanları kaygan bir deruni bilgiye çağıran ve Kur’an’ın sahili olmayan bir umman olduğunu söyleyerek onu arzu edilen anlam yüklenebilir bir kıvama getiren tasavvuf söyleminin de katılımıyla kargaşa iyice büyür.

        Günümüzde Kur’an’daki İslam ve Kur’an İslam’ı adını alan eserlerin büyük çoğunluğu ve bu tarzın sünnet alanına uyarlanmış türleri yukarıda dile getirilen söylemin açık örneklerini oluşturur…