Hesap Veren Yönetimden Hesap Soran Yönetim Anlayışına


 Mustafa ÇATLI    18-11-2018  


Gökleri ve yerküreyi yaratan Rabb’ul âlemin arzı yayıp döşedikten, yaşama elverişli hale getirdikten sonra bu arza halife-yönetici olarak varlıkların en donanımlısı ve egemeni olan insanı yarattı. Yeryüzünde yaşam mücadelesine başlayan insanı yalnız bırakmayan yüce Allah ona destek olarak peygamberlerini ve beraberlerinde ilahi vahyi içeren kitaplarını gönderdi. Dolayısıyla yeryüzü hiçbir dönem ilahi kılavuz olan vahyi ve bu vahyin öğreticisi olan peygamberlerden hali olmamıştır. Ve her dönem insan yeryüzünün en medeni varlığı olarak hayvanlardan farklı ve onlara egemen olan bir hayat sürdürmüştür. Hilafet-yönetici olma özelliği insana Allah’ın yaratmasından itibaren verilen bir özelliktir. Sınırlarının yüce Allah tarafından belirlendiği ilahi hilafete uyan ve bu hilafetin gereğini yerine getiren toplumlar yücelmiş ve mutlu olmuştur. İlahi hilafette uzaklaşan toplumlar ise her türlü kötülüğe, kaosa ve geri kalmışlığa mahkûm olmuşlardır. İslam dünyası olarak bugün yaşadığımız sorunların en önemlilerinden biri belki de en temel sorunu “kötü yönetimler” sorunudur.

      Kur’an ve sünnetin sınırlarını çizdiği, peygamberimiz ve ilk iki halifenin uygulamış olduğu devlet idare sisteminden (hilafetten) uzaklaştıkça toplumsal sorunlar ve huzursuzluklar baş göstermiştir. İslami yönetim sisteminde yönetici olacak kişi ümmetin seçimiyle ve onayı ile (biat) iktidara gelir. İktidarında yönetici adaleti gözetmek ve adaletle muamelede bulunmak zorundadır. Aksi takdirde ümmetin temsilcileri olan ehlül akd vel hal (yani ümmet adına seçme ve görevden alma yetkisine sahip olan komisyon) şurası tarafından görevden uzaklaştırılarak yerine yeniden atama yapılır. Bu işleyiş ne yazık ki fazla sürmemiş üçüncü halife döneminden itibaren sekteye uğratılmıştır. Kamu görevlerine liyakat prensibine dayalı olmayan ve adalet ilkesinin çiğnendiği atamalar yapılmıştır. Kamu kurumları adeta bir aile şirketine dönüştürülmüş, ümmetin malı çarçur edilerek şahsi hesaplara aktarılmıştır. Böylece İslam dünyasında ümmetin ortak hakkı olan yönetim işi şahıslara, aile ve aşiretlere devredilerek saltanatlar ve despot yönetimler dönemi başlamıştır.

       Yönetim işini ümmetin emanet görevi olarak kabul eden birinci halife Hz. Ebubekir hilafete geçince Müslümanlara itaatin çerçevesini şöylece belirlemiştir: “ Doğru, güzel hareket edersem bana yardımcı olun, yoldan sapar yanlış yaparsam beni düzeltin. Ey insanlar! Ben Allah’a ve peygamberine uydukça bana uyun, onlardan ayrılırsam bana uymanız gerekmez.” diyerek yöneticinin yaptıklarından sorgulanmaz olmadığını ve toplumun devlet başkanına denetim gibi bir sorumluluğunun olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca Hz. Ebubekir kendisine “Allah’ın halifesi” diyen sahabeye çıkışmış, “ben Allah’ın halifesi değil onun elçisinin halifesiyim” diyerek yöneticinin kutsanması anlayışına da geçit vermemiştir. Hz. Ebubekir’in ardılı, halifesi olan Hz. Ömer de: “ ben haktan ayrılır yanlış yaparsam ne yaparsınız? “ sorusuna karşılık olarak Müslümanların “seni kılıcımızla doğrulturuz” cevabına kızmamış aksine Allah’a hamd ederek yanıldığında kendisini düzeltecek, uyaracak, eleştirecek insanların bulunmasına sevinmiş ve sahabeyi takdir etmiştir. Ancak kısa bir süre sonra, dört halife döneminden sonra yöneticinin eleştiriye açık olması, denetlenebilmesi ve uyarıldığında yanlıştan dönebilmesi gibi yönetim anlayışını ilerletecek, yanlıştan koruyacak güzel hasletler dönemin despot yöneticileri tarafından ortadan kaldırılmıştır. “ Yanlışta bana itaat etmeyin” anlayışından “ kim bana Allah’tan kork derse onun kellesini uçururum” anlayışına evirilen despot yöneticilerin baskısı sonucu Müslüman halklar da gün geçtikçe pasifize olmuş, yönetimden uzaklaşmış ve ümmetin idareyi “toplumsal denetim” görevi de böylece sona ermiştir. Marufta, iyilik ve doğruda olması gereken itaat anlayışı da her halükarda kayıtsız ve şartsız itaat, teslimiyet anlayışına dönüşmüştür. Artık iktidara gelen yöneticiler “ yeryüzünde Allah’ın gölgesi” olarak kendilerini ilan etmiş, ilahi hilafet-yönetim anlayışından uzaklaşan kitlelerde bu anlayışı kabul ederek totaliter yönetimlere meşruluk kazandırmışlardır. Bozuk yönetimlerden kurtulmanın yolu olarak tekrar ümmetin denetleme yetkisini ele geçirmesi liyakat, adalet, şura, seçim ve biat ilkelerinin geçerli olduğu yönetim anlayışına geçilmesi gerekmektedir.