Morgda bir insan sıcaklığı (yada ölümün öteki yüzü)


 Şuayip BÜTÜN    09-12-2018  


                       İlk ayrılık ana rahminden başlıyor  dokuz ay bekledikten sonra .Ağlayarak dünyaya merhaba diyorsun,oysa her şey dahil keyif çatarken ,Adem’in cennetten atılması gibi insanların dünyasına atılıyorsun.Hep koruma altında devam ediyor hayat ,üzerinde gölge gibi seni takip ediyor Ana şefkati/merhameti.Hiç büyümüyorsun delikanlı oluyorsun evleniyorsun çocukların oluyor hep büyümeyen ana kuzusu gibisin. Tabiiki başlangıçtan sona dogru yürürken Ana/Baba senden en az otuz yıl önceden başladıkları için hayata yaşlılık onların kapısını çalıyor,akli melekeleri zayıflıyor,hücreleri kendini yenilemiyor,hareketleri yavaşlıyor ve ihtiyar çocukluk evresine geçiyorlar.Derken hastalıklar yavaş yavaş saldırıyor zayıflamış bedene o savaşçı beden yerine savunmacı bedene dönüşüyor hatta ilaçlarla desteklenmezse kendini savunamaz hale geliyor.Ellerinin,yüzünün, derisinin kırışıklığı çogalıyor,gözleri artık görmede camın arkasından bile zor görür hale geliyor,üzerine giydiği çamaşır sayısında gözle görülür bir artış gözleniyor,alınganlık ve duygusallık had safhaya varıyor normal konuşman bile kastetmediğin şekilde yaşlı bedene sahip beyni tarafından yorumlanıp servis ediliyor sözcükler aracılığıyla.

                  Derken hastalanıyor ,oysa hasta olmadan önceki halini satışa çıkarsalar neleri vermezsin ki! bedel olarak.Başlıyorsun tıbben çare aramaya ama olmuyor çünkü yaşlılık en büyük engelin oluyor. Bazen kızdığın oluyor ses tonunda yükselmeler oluyor tahammül sınırlarını zorluyor ,istiyorsun ki senin istediğin gibi davransın senin söylediklerini yaparak yaşamaya çalışsın olmuyor o kendi içinde başka bir yolculuğa hazırlanıyor sana çokta çaktırmadan.Hasta ve hareketsiz kalan bedeni yavaş yavaş çökmeye başlıyor ,kaslar kemikleri bırakıyor,dili peltekleşiyor ne dediğini anlayamıyorsun,kulağı artık seni duymuyor bir başkasının yardımı olmadan hayatını idame ettiremiyor.Çocukken onca yaramazlıkların, hırçınlıkların,uykusuz bırakmaların karşısında sabırdan bir sütun olan kişi karşısında sen ona onun çok azı kadar tahammül edebiliyorsun.

                            Ve derken hatane kaçınılmaz bir durum alıyor ,112 ‘yi arıyorsun istemeden oysa ertelemek istiyorsun biraz daha kalmak onunla olmak için .Hastaneye gidince sonucunu tahmin ediyorsun vedalaşmamak için son uğraşlar boşuna mecburen doktorların eline teslim ediyorsun o durumda biliyorsun yoğun bakıma yatıracaklarını .Feveran ediyor beni bırakıp gitme ,beni öldürecekler diye ama ondan başka seçeneğin olmadığını biliyorsun ve teslim ediyorsun kendi ellerinle .Hiçte insani olmayan bir durumla karşılaşıyorsun haftada üç gün görebilme şansın var oda beş dakika,istersen bunu iki kişi paylaşabilirsin yarı yarıya diyor görevli sağlık memuru,sen yanına başkasını da alıp geliyorsun verilen zamanı ortaklaşa kullanalım diye ama girişteki güvenlik görevlisi “yasak” diyor anlatmaya çalışıyorsun olmaz talimat böyle diyor derken birinci görüşçüyü içeri gönderdiğinde sağlık memuruna hatırlatmasını söylüyorsun ve beş dakikayı iki kişiye bölüp sadece nasılsın diyebiliyorsun.

                                 Artık bütün uykuların tedirgin ve ürkek gece gelecek telefon çağrısına ayarlı yatıyorsun.Derke gecenin 4:30’da telefon çalıyor içinden bir şeylerin gittiğini fark ediyorsun,kayıtlı olmayan bir numara tarafından aranıyorsun ,ürkek ve çekingen bir sesle aloo deyip beklediğin ama duymak istemediğin sonucu söylememesini istiyorsun. Buraya kadar gelebilir misiniz sıkıntılı bir durum var diyor karşıdaki ses,tabiî ki deyip telefonu kapatıp aceleyle varıyorsun yoğun bakımın önüne,yine yasakçı görevli gözlerinden sanki bütün gecenin yorgunluğu sızıyor gibi uyumaya çalışıyor halde buluyorsun,durumu anlatıp bilgi istiyorsun içeri gidip haber veriyor doktora ve beklenen an doktor ekibiyle birlikte çıkıyor içeriden maalesef bütün uğraşlarımıza rağmen hayata döndüremedik kalbi durdu annenin diyor.Orada avazın çıktığı kadar bağırmak istiyorsun kabullenmek istemediğini söylemek istiyorsun ,hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorsun ama yapamıyorsun oto kontrol devreye giriyor ve gözlerindeki ıslaklığa ve sesinin titremesine engel olamıyorsun.Sabah aydınlanıyor morga iniyorsun yüzünü açtığında sıcaklık, sanki ölmemiş hissi yaratıyor bir an,lütfen yeniden bakın bak yaşıyor diyesin geliyor ama sadece yüzünü okşuyorsun ama öldüğünü anlıyorsun ama kabul etmek istemiyorsun.Ve cenaze nakil aracına bindirip mezarın yolunu tutuyorsun;Ahmet KAYA’nın “Toprak olmak ne garip şey anne” şarkısının sadece bu dizeleri o an zihnini adeta esir alıyor .Toprağa bırakıp gelmek yalnız bırakmak istemiyorsun.Açılan mezara imam efendinin hocam aşağıya inermisin dediğini duyuyorsun ama inmek istemiyorsun çünkü vedalaşmak zor geliyor.Tekrar edilince iniyorsun kucağına alıp sandık gibi açılan topraktan eve yerleştiriyorsun yavaşça,ilk atılan toprakla beraber sanki senin tarihin, çocukluğun, anıların,tüm geçmişini gömüyorlar gibi geliyor evet şimdi vedalaşıyorsun tüm geçmişinle. Artık yeni tarih yazmak,yeni anılar biriktirmek zorundasın,savunmasız ve kimsesizsin.Büyüdüğünü fark ediyorsun birden büyük aile büyüğü oluyorsun,oysa önünde Baban vardı yıllar önce ona veda ettin ama yarım vedaydı o nasıl olsa anam var diye teselli bulmuştun, anan vardı sen onun büyümeyen nadide oğluydun.Hiçbir şey teselli etmiyor yarım asır birlikte yaşadığın her şeyini kaybediyorsun evin içinde onun sesi çınlıyor odasına kapanıp saatlerce ağlamak geçiyor içinden ama bunun hiçbir şeye faydası olmadığını bilecek kadar tecrübeye sahipsin.Yaşın ne olursa olsun artık yetimsin.Kendi başına yetmek zorundasın dayanakların ,tutamakların bir bir gitti,tutunmaya çalışacaksın yeniden alışmaya başlayacaksın onsuz/onlarsız  çünkü hayat devam ediyor ,durağanlık değil devingenlik var çünkü. Taziyeleri kabul etmek istemiyorsun acını yalnız ve dibine kadar yaşamak istiyorsun ama olmuyor kendinle baş başa kalınca biliyorsun kendini yontacağını .O yüzden abartmadan taziyenin dostlarının ,tanıdıklarının ,akrabalarının ,arkadaşlarının yanında olması güç veriyor dayanma yüzdeni artırıyor.

                     Artık sen devralıyorsun rolün değişiyor , biriktirdiğin her şey gitti, avuçlarında çocukluğun dışında bişey yok koş koşabildiğin kadar. Hiçbir şeyle yüzleşmek istemiyorsun ,yüzleşince kaybedeceğin korkusuyla,elindekilerle kaçmak kaybolmak istiyorsun, bulamasınlar, ıssız adam olmak ve daha çok kitapların sayfaları arasında kaybolmak,sevdiğin kitabı defalarca okuyarak bilgece yaşamak ve bildiklerini senden sonrakilere aktarmak gibi bir seçim yapıyorsun.Tabiiki bu senin miras olarak devraldığın bir şey değil ama.

                  “ Diyor ya Aşık Veysel ‘iki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece  diye’? Ondan cereyan/sürgün yapıyor bu hayat!onun için üşüyorum hep .Gideyim de kapatayım birini,onun adı ölüm olsun ,son ölüm olsun.Ama ne mümkün.Ne diyordu Murathan Mungan ‘sürgüne açık kapıların önünde fazla beklememeli insan’ “