"RESMEN KIZILDERİLİ MUAMELESİ GÖRDÜK.."
28 şubat mağdurları; AYDIN; resmen “veba”lı muamelesi gördük ATEŞ; “evlilik” vaadiyle destek olmak isteyenler türedi BALLI; şimdiki nesilde tesettürün içi “boş” görünüyor 28 Şubat süreci, 1997'de irticaya karşı, ordu basın ve bürokrasi merkezli bir süreç. Yaşananlar, post-modern darbe olarak da adlandırıldı. O dönemde öğretmenlik ve ilahiyat fakültelerinde öğrenci iken bu sürece maruz kalan 3 bayan öğretmenle yaptığımız çok özel röportaj. Öyle şeyler anlattılar ki! Okurken onların yaşadıklarını “Umarım Bir Daha Yaşamayız” diyeceksiniz. Şimdi sokakta “kapalıyım” diye gezen genç kızlara çok önemli mesajlar içeren oldukça sıra dışı bir röportaj
17 2016-03-01
Şükran Altunç Aydın.
O dönemde imam hatip öğretmeni idi. Görevden uzaklaştırıldı. Yeniden öğretmenliğe döndü ve şu anda memur-sen kadın komisyonu başkanlığını yürütüyor.
Sayın Şükran Altunç Aydın. 28 Şubat sürecince başörtünüz ve kılık-kıyafetiniz nedeniyle öğretmenlik yaptığınız okuldan atıldınız. O dönemde neler yaşadınız?
_ Ben 28 Şubat darbesinde Diyarbakır imam hatip lisesinde öğretmendim. Müslümanlar olarak topyekûn düşman olarak ilan edileceğimizi hiç tahmin etmemiştik. O dönemde oluşturduğumuz el ele insan zincirleri, yürüyüşler vesaire yani bu rüzgâr karşısında hiç kimsenin durmayacağını düşünüyorduk. Ama çok sürmedi. Biz okulda 25 bayandık. Bir ay içerisinde bize soruşturma açıldı ve her birimizi Diyarbakır’ın en ücra köşelerine dağıttılar. Yani sürgün ettiler. Ve her gittiğimiz yerde ayrı ayrı cezalara çarptırıldık. Önce uyarı ile başladı, sonra maaşlardan kesintiler ve en son yüksek disiplin kurulunda görevden ihraç ile sonuçlanan bir süreçti. Bizi suçladıkları madde çok ilginçti. Bu madde: başörtüsü taktığı için kurumun sükûnet ve düzenini bozma maddesiydi. Tek suçumuz buydu. Aslında öyle bir şey mümkün değil. Çünkü Babam, bizlere; “ben sizi devlete ve millete hizmet etmeniz için yetiştirdim” derdi. Biz o ahlak ile büyüdük.
O dönemde aile hayatınızda neler değişti. Mesela eşinizin tepkisi nasıl oldu?
_Yeni evliydim. Bu sınavda kaybedenlerden birisi de erkekler oldu diye düşünüyorum. Tamamen bana bırakmıştı. Bu mücadele tamamen benim mücadelemdi. Bıraksan da, devam etsen de yanındayım demişti. Ben bu mücadeleyi tek başıma sürdürdüğüme inanıyorum.
Psikolojik olarak ne sorun yaşadınız? Yaşantınıza etkisi nasıl oldu?
Tamamen toplumun dışına itildik. Öğretmenlik sadece sınıfla okulla başlayıp biten bir şey değil. O dönemde kullanılan güzel bir deyim vardı. Amerika’da bir dönem zenciler için yapılanlar o dönemde de bizim için yapıldı. Başörtülüler için yapıldı. Toplumu zencileştirdik yani.
Sosyal hayatınızda mutlaka hem kapalı hem de başı açık arkadaşlarınız, eşiniz, dostunuz vardı mutlaka. Onlar size o dönemde nasıl davrandılar?
_ tabi ki. Olayın başında herkes yanımızdaydı. Ama Öyle bir akıl tutulması yaşıyorduk ki, en akıllarımız “ümmetin” en akıllılarından daha akıllı çıktı. Çıt çıkmıyordu. Yani çıkan sesler de ya çok kısıktı ya da bize ulaşmıyordu. Yalnız kaldık yani. Bazen Hani önder dediğimiz İslam âlimlerinden bile bir ses çıkmıyordu. Bir destek arıyorduk ama bulamıyorduk.
Peki, o destek beklediğiniz, İslam Âlimi diye size sahip çıkılmasını beklediğiniz insanlar, o dönemde “ikna” odalarını hazırlayanlardan mı çekindiler acaba?
_ Evet. Kesinlikle bunlardan çekindiler. Yoğun bir baskı vardı çünkü. Mesela sürgün gittiğimiz okulda bizleri koruyan bir müdürümüz vardı. Şöyle söylemişlerdi; “bundan sonra başörtülüleri koruyan, başörtüsünü açtıramayan müdürler meslekten atılma maddesiyle yargılanacaktı” diye korku salınmıştı. Öyle denilince istifa eden arkadaşlarımız da oldu. Hiç kimsenin başörtüsüne elimi uzatamam diye. Yani resmen bir “Vebalı” muamelesi gördük.
Şimdi ki dönemde çarşı-Pazar gezen kızlarımızı gördüğünüz zaman yani altta bir tayt, üstte bir trençkot ve çeşitli şekillerde de başörtüsü. Sizin o dönemde savunduğunuz ve uğruna mesleğinizden olduğunuz şey gerçekten de bu muydu?
_Kesinlikle bu değildi. Şimdi başörtüsü demek sömürü çarkının bir parçası olmamak demektir. Şimdiki kapalıların en büyük kaygısı eteğiyle başörtüsü uydu mu? Uymadı mı? Ya da üstündeki kıyafet güzel göründü mü? Görünmedi mi? Ne yazık ki bu tür Kaygısı olan insanlar olsaydı zaten bizimle uğraşanlar da bu nedenden dolayı uğraşmayacaklardı. Biz bunlar gibi olmadığımız için bizimle uğraştılar yani. Ama maalesef bugün dedikleri noktaya geldik.
Medine Ateş.
O dönemde Harran üniversitesi ilahiyat fakültesi 2. Sınıf öğrencisiydi. Okuldan atıldı. Şimdi Safvan Anadolu imam hatip lisesinde öğretmen. Eğitim bir-sen kadın komisyonu başkanlığını yürütüyor.
Sayın Medine Ateş. Siz o dönemde ilahiyat fakültesinde öğrenciydiniz. Aslında en çok öğrencilerin sesleri yüksek çıktı o dönem. Kendilerini zincirleyerek kapılara bağladılar, okullara alınmadılar ve birçok örnek verilebilir. Siz okulda ne yaşadınız?
_ biz Harran ilahiyat fakültesinde okuyorduk. Biz süreci medyadan takip ediyorduk ve bize ulaşacağı günü açıkçası bekliyorduk. Zaten çok da gecikmedi. O dönemde cemaatler vardı ama sadece bir cemaat hariç! O da müstahakkını buldu. Bütün cemaatler bize kol kanat gerdiler. Ancak işin ciddiyeti tam ortaya çıktığı zaman da hepsi yavaş yavaş elini eteğini çekmeye başladılar. Hatta bize şöyle bir cümle kullanmışlardı. Cemaatlerin bir araya gelip öğrenci hareketlerini başlatan tipler konumundaki kişiler; “biz, bütün enerjimizi buraya harcayamayız” demişlerdi. O gün bizim yıkıldığımız noktaydı. Taktığımız Peruklar nedeniyle Bizleri Kızılderililere benzetenler oldu. Sesimizi hiç kimseye duyuramadık. Tam da o sırada “fırsatçılar” çıktı ortaya. Yani evlilikle sözüm ona destek çıkma vaadiyle gelenler oldu yani böylesine garip olaylar yaşandı. Ama benim en üzüldüğüm, içimde uhde kalan şey bu İslami kimlikle ortada dolaşan insanlar oldu. Şimdi inanın bana herhangi bir sohbet ortamına girmek istemiyorum çükü samimiyetlerine güvenmiyorum.
Yani destek beklediğiniz kesimin sizi ortada bıraktığını söylüyorsunuz. Peki, o zaman “Biz sırtımızı nereye dayayacağız” dediniz mi?
_İşte bizim gibi örtülü olmayan diğer öğrenci arkadaşlarımız bizlere destek çıktı. Onlar da 3 gün orda, 5 gün orda. Sadece bir kişi Şanlıurfa’da bir ağabeyimiz vardı. Aziz abi Allah selamet versin ona da. Bir hayır kurumu başkanıyla ona gittik ve ciddi manada bir meblağ (para yardımı) da yardımda bulundu. Biz o yardımla bir yıl boyunca kendimizi döndürebildik. Daha sonra zaten derslerden kaldık, hocalarımız bizleri odalara kilitlerlerdi, sınava girerdik kilitli odalarda. Duyarlılık gösterirlerdi yani ilahiyat öğrencisi olduğumuz için. Allah razı olsun yani biz o hocalar sayesinde mezun olabildik.
O dönemde de siyasi iktidar ile bu dönemdeki siyasi iktidar hemen, hemen aynı çizgide miydi? Kıyaslama yaparsanız şimdiki iktidar sizin taleplerinize cevap veriyor mu?
_o zaman da bir siyasi kesim vardı, bizi sahiplendiklerini düşündüğümüz bir kesim vardı. 28 Şubat öncesinde o siyasi kesim nedeniyle bir rahatlama, bir rehavet oldu. Ama neticesinde 28 Şubat oldu. Şu anda da benzer bir rahatlık var. Ama bu benzer rahatlık taşları yerine oturtmadı. Sanki halen dersler almamışız. Öğrencilerimizi Ahlak, edep ve irfan eğitiminden mağdur bırakmışız. Ve bu gençlik emin olun 28 Şubat’ın bir nebzesi dahi minnacık bir şey gelse dahi onla çözülecek insanlarla dolu. Maalesef o samimiyeti ben göremiyorum. Samimi olmak yetmiyor. Ben geleceğimden bu noktada endişeliyim.
O gün yaşadıklarınızdan sonra, gün olur devran döner, bu işler biterse şunu yapacağım dediğiniz şeyler var mı?
_ Kesinlikle. Kesinlikle. Ben çok fazla gözyaşı akıttım. Şimdi aile yok kimse yok başınızda. Yalnızsınız. O zamanlar ettiğimiz dua şuydu: “Allah’ım benden önce koltukları işgal eden insanlar o yerleri niye layığıyla doldurmadılar. Allah bir gün bunu bana nasip ederse layıkıyla dolduracağım” şeklinde kendi kendime söz verdim. Sizlere o günlerde yaşadığımız o karanlık günleri anlatma fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum.
Gülşen Ballı
O dönemde Çukurova üniversitesi ilahiyat fakültesi 5. Sınıf öğrencisiydi. O da okuldan atıldı. 2010 yılında okulu bitirerek öğretmenliğe başladı. Eğitim bir-sen kadın komisyonu üyesi olarak görev yapıyor.
Sayın Gülşen Ballı.Siz de 28 Şubat sürecinde Çukurova üniversitesinde ilahiyat fakültesinde son sınıf öğrencisiydiniz. Yaşadığınız baskı ve o günlerde yaşadıklarınız nelerdi?
_ Çukurova üniversitesinin ilk ilahiyat fakültesi öğrencileri bizdik. Üniversite yönetimi, ilk ilahiyatla başlayalım, ilahiyatta yapılanlar diğer öğrencilere de örnek olur diye. Çukurova’da bu mesele ilk 98 yılında başladı ve biz derse alınmadık. Birçok eyleme katıldık ama derse giremediğim için ben devamsızlıktan kaldım. Arkadaşlarımız teker teker pes etmek zorunda kaldı. Abim o dönem emniyetteydi. Benim için üniversite de görev yapıyordu. Abim, Dekana kardeşim için bu yıl idare edin mezun olacak zaten dediği için soruşturma açıldı. Öyle dedi ve görevden alındı.
Peki, sizi neyle suçladılar o dönem de? Okuldan atılmak için gerekçe neydi?
_ Bizi sınıf ortamını ve düzeni bozmaktan dolayı okuldan attılar. Tek suçumuz okula başörtüyle girmekti Ve düşünün biz ilahiyat öğrencisiydik. Bahane buydu. Mesela ikna odaları dediğimiz şey, bizim hocalarımızın bize kullandıkları ifade şöyle, diyorlar ki; bakın eğer söyleneni yapmazsanız ateist birileri gelir, daha kötü duruma düşersiniz”. Dedikleri ifade bu. Bizler ise hocalarımıza; “ateistlerin bize uygulayacağı şey ile sizlerin şu an uyguladığınız şey pek fark etmiyor” dedik. Ve düşünün bunu bize yapanlar da ilahiyat öğretmenlerimizdi. Arkadaşlarımız söylemesi ayıp rahibe gibi üste bir şeyler takılıyor onun üzerine de yine peruklar takılıyor ve öyle şeyler yaşandı ki ilahiyatta, asistan dediğimiz hocalarımız, gelip kızların saçını çekerek bu peruk mu? Yoksa gerçek saç mı? Diye dalga geçiyorlardı. Bu duruma fazla dayanamadım ve okulu bırakmak zorunda kaldım. Ta ki 2012 yılında mezun oldum. 1998 yılında son sınıftaydım ve 2012 yılında mezun oldum. İşte mağduriyetimi siz düşünün.
Peki, 1998 ile 2012 yılları arasında size dert olan şeyler mutlaka olmuştur. Evde otururken pencereden insanlara baktığınızda neler hissettiniz? Beni bu topumdan neden dışladılar diye düşündünüz mü?
_ Küsmüştüm zaten topluma. Şükran hocamın dediği gibi bizler okurken hayallerimiz vardı, hedeflerimiz vardı. Her şeyden soyutlandık. Yani bir mağduriyet var. Kendi kabuğumuza çekildik. Dargın mıyız? Evet dargınız. Bizim bir arkadaşın bir sözü vardı. Diyordu ki; “ Ahirette ben yakana yapışacağım” diyordu. Dışarıdaki insanlardan bir yardım alamayınca hesabımızı ahirete bıraktık. Bunun hesabını ahirette mutlaka soracağız.
Sizin bahsettiğiniz o ikna odalarında bunları yapmazsanız ateistler gelir diyen hocalarından bahsediyorum. Şu an darbeyi yapanlarla o hocaları teraziye koyduğunuzda hangilerinin yaptığı zulüm daha ağır gelir?
_Tabi ki bizim öğretim üyelerimizin yaptıkları daha ağır geliyor. Çünkü aynı fikre inandığımız, bizi eğiten hocalarımızdı. Yani bize verilenin tersini istiyorlardı. Verdikleri eğitimin teorisi ayrı, pratiği ayrı. Dostun tekmesi daha acı yani.
Günümüz Türkiye’sine dönersek, başörtüsü adı altında “sözde” kapanan bir toplum var. Sizde bunu gözlemliyorsunuzdur. Eğitimci olarak da mutlaka profilini çıkarmışsınızdır. Sizin bu konudaki düşünceniz nedir?
_ Yani şu var. O dönemde okulu bırakıp geleceğim zaman emniyette üst kademede bir müdürün hanımıyla karşılaştık, tanıştık. Abim, kız kardeşim okulu bırakıp gidiyor dediği zaman, ben dedim ki kazandılar, ben artık gidiyorum. Başınızı açın dediler bende açmadım deyince, hayır dedi o bayan. Sen başını açmış olsaydın şu an başörtüsü diye bir şey kalmazdı. Siz kaldığınız sürece bir sorunun olduğunu hep dillendirecekler. Allah razı olsun aynen de dediği gibi oldu. Ama şu an ki gençleri görünce bazen içimden “bunun için miydi, bunlar için miydi” diye. Ama yine de umutluyum, inşallah daha iyi olacak. Çünkü bizler o süreci yaşadık, hiç kimse yaşamaz inşallah. Ama yine söylüyorum şu an gördüğümüz gençlere baktığım zaman evet bizim savunduğumuz şey bu değil diye.
Şimdi Üç hocamıza ortak bir soru sormak istiyorum. Peki, 28 Şubat dönemindeki kıyafetinizle şu anda giyindiğiniz kıyafetleriniz aynı mı? Sizin de giyimleriniz değişti mi?
_ Şimdi daha modern tabi. 1998’de giyindiğimiz kıyafetlerle şu anda giyindiğimiz kıyafetler çok çok farklı. Biz 28 Şubat’a direndik ama özeleştiri olacak, acı bir gerçek olacak ama değiştik. Yani düzen çarkları arasında bizimde bazı şeylerimiz eridi. O dönemdeki tesettür anlayışımızla şimdiki tesettür anlayışımız çok,çok farklı.
Peki, sizin dediğiniz gibi asıl serbestlik başörtüsünde mi? Yoksa zihinde mi olmalı. Sizlerin bu konudaki düşünceleri nelerdir.
_ Bu ülkede yaşayan insanların tercihiyle alakalı bir durum bunda bir sakınca görmüyorum. Tesettür sadece bir bez parçasından ibaret değildir. Ama bizi üzen şey, bizim sembolümüzü farklı amaçlarda kullananlarda. Bizim derdimiz onlar. Yoksa bizim mücadelemiz örtündüğü halde bu örtünün hakkını veremeyen insanlardır. Başörtüsünü takan kişi yaşamıyla, düşüncesiyle bu ağırlığı kaldırması gerekiyor. Ama maalesef şu anda içi boş görünüyor.
Peki, sizlere çok teşekkür ediyorum. Geçmişte yaşadığınız o günleri bize tüm çıplaklığıyla anlattınız. Umarın gençlerimize örnek olur bu yaşadıklarınız. Samimiyetiniz ve hoşgörünüz nedeniyle çok teşekkür ederim.Röportaj Tayfun Güzel