Gâvur Mahlesi: Gerçek Kesitler ve 10. Bölüm
Hüseyin Tepeler 12.12.2021 06:36:13
Gerçek kesitler: Şefika abla
Etrafındaki hiç kimseye benzemediği halde kendisini hepsine sevdirebilmek gerçekten büyük meziyet ister. Fakat galiba bunun yolu, bunu özellikle yapmamaktan geçiyor. Çünkü mesela Şefika Abla’nın umurunda değildi sevilip sevilmemek.
Dediği, yediği, giydiği, günü, gecesi, saati.. Her bir şeyi farklıydı Şefika ablanın. Mahalleye sonradan gelmiş, bu vesileyle ilk başlarda çok ciddi bir antipati toplamış olan ablamız her saniye biraz daha içine işlediği bu insanların çok kısa bir süre içinde olmazsa olmazı, akıl danıştığı, özelini paylaştığı bir figüre dönüşüvermişti. Modern bir cumhuriyet kadını, sağlam karakterli, gönlü ve ufku bol bu kadın, oğlu Mehmet, babası rahmet çağıran Osman Amca..
Gavur mahallesinin o soğuk ve kızıla çalan kahverengi iki katlı evinin sakinleri.. Sizden sonra o mahallenin kalitesi tavanlara çıktı, bilin, duyun..
GÂVUR MAHLESİ/10. BÖLÜM: “KESE”
“Ben oynamom, başımı yıkadım.”
O yıllar tüm ülkede Pazar günü çocukların en nefret ettiği gündü çünkü “yarın okul var”dı ve daha da kötüsü, bugün banyo günüydü! Hele de kış aylarında, banyo mevzusu her seferinde her ailede kavga sebebi olurdu.
“Bana ney önce Elif girsin!”
Kavgalar en çok da yıkanacak çocukların hiyerarşiye kafa tutmaları ve hiçbir sonuç alamamalarıyla başlardı. Mutlaka ilk önce evin en büyük çocuğu yıkanmalı, sonra ötekiler büyükten küçüğe doğru sıralanmalıydı, kural buydu.
“Kız o güççük, yazığ tama!”
“Nereye güççük? Eşşek kadar olmış! Anne banyo çoğ sovığ ley! E ka ben daha geçen gün Hülya gilde banyo yaptım. Menşure teyze bizi yığadı!”
(Bu konuşmadaki “ğ” sesinin “yumuşak g” ile zerre alakası olmadığı gibi, aksine kendisi “h” sesinin yöresel ağızdaki “çok sert” bir gırtlak tonlamasını ifade etmektedir!)
“Ah! Menşure de çok temiz yıkar ya!”
Elif, soğuk banyo konusundaki kadersizliğinin intikamını bu hafta da lafı bir şekilde Menşure Abla’ya getirerek almış, annesinin bu tepkisine sinsice gülerek cevap vermişti.
Menşure Abla, mahallenin tartışmasız en güzel ve en zeki kadınıydı. Sırf bu yüzden emsallerinin yakından hayranlığını uzaktan nefretini kazanmıştı. Yaşına rağmen o kadar genç ve güzel görünürdü ki, mahallenin bekar kızlarından daha fazla talibi olmuştu. Misal, misafirliğe gider, o eve misafirliğe gelen başka bir kadın O’nu bekar zannederek kendi oğluna istemenin yollarını arardı. Hatta bir gün gerzek bir aile süslenip püslenip Menşure Abla’nın evine kadar gelmiş, kapıda Menşure Abla’nın kocası tarafından karşılanıp içeri buyur edilmişti. O vakitler henüz ortaokul yaşlarında olan büyük kızlarını istemeye geldiklerini zanneden Recep abi, ailenin asıl maksadını anlayınca kendilerini sille tokat evden kovmuştu.
“Yığadı valla, iki saat banyodaydık.”
“Le de yiri, kese yaptı mı? Tövbe! Gel hemen banyoya!”
“Kese” o yıllarda çocuk olan herkesin şimdilerde bile korkulu rüyası olan, o günün çocuklarının bugün banyolarında çok daha naif, zarif ve yumuşak olanını bile asılı gördüklerinde o yılları hatırlatıp irkilmesine neden olan bir kavramdı. Cümle olabildiğince düşük oldu biliyorum, ama rahmetli Nejat Uygur’un da dediği gibi: Anlayan anladı!
Her Pazartesi ülkenin her yerinde her yaştan her çocuk ilk derslere al yanaklarla başlardı. Bunun tek sebebi annelerinin bir gün önce tüm vücutlarını boyun ve yüz bölgeleri dahil olmak üzere keselemeleriydi.
Şimdi bu yazıda o dönemin kadınlarının canavar gibi tasvir edildiğine bakmayın, tamam banyolar soğuk, keseler zımpara gibiydi fakat çocukları yıkamak kadın için her şeyden daha zordu.
Bir sonraki çocuğun her seferinde titreyerek girdiği o soğuk banyolarda o anneler kan ter içinde cebelleşirdi. İki çocuk arası durup dinlenmeden leğende biriken sabunlu suya birkaç iç çamaşırı veya çorap atıp yıkar, bel fıtığına davetiye çıkarırcasına çömelik vaziyette saatlerce sürecek bu telaşı göğüslerdi o yılların anneleri. Banyo sobalarıyla verdikleri amansız mücadele de cabasıydı.
Banyo sobalarıyla günümüzün popüler “fast food”u olan tavuk dönerin çok net bir bağlantısı olmalı. İkisinin de çalışma prensibi tamamen aynı çünkü: Kurbanın ateşin yandığı tarafa bakan kısmı sıcaktan pişer, diğer yarı küresi usul usul soğumaya bırakılır. Ve fakat, banyo ve sobası daha acımasız bir ikiliydi çünkü maktulün(!) sobaya bakmayan her yanı soğukla değil donmakla imtihan edilirdi! O banyo sobaları bugün hatırlayanlarda nostaljik bir duygu estirse de o zamanların şartlarında gerçekten bünyeyi zorlayan tezatlar taşıyordu kendileri: ölümüne sıcak-dayanılmaz soğuk..
Duş kavramının kesinlikle bilinmediği o yıllarda yıkanmanın iki çeşidi vardı: Başını yıkamak ve kelleyi yıkamak. “Ben daha yeni başımı yıkadım” lafı banyo yıkamayı kasteder, “kellemi yıkadım” ise sadece “kafayı sabunlayıp durulamak” manasına gelirdi. Banyo ise bütün bunların yapıldığı odanın adıydı sadece.
Aile bireyleri bir şekilde Pazar akşamı değil de gündüz bu banyo ritüeline soyunmuşlarsa çocukları gün boyu hiçbir etkinliğe katılmaz, kendilerini davet eden yaşıtlarına ise peşinen kabul edilen şu mazereti sunarlardı:
“Ben oynamom, başımı yıkadım!”
>>>>> DEVAMI HAFTAYA