GÂVUR MAHLESİ: GERÇEK KESİTLER, YORUMLAR VE 11. BÖLÜM


 Hüseyin Tepeler    26.12.2021 12:15:45  


GERÇEK KESİTLER: HÜSEYİN TEPELER (DEDEM)

            Zor bela, hayal meyal hatırladığınız ve şu an aramızda olmayan birini düşünün.. İnceden bir hüzün, gri bir bulut gibi çöktü değil mi göğünüzün yüzüne? Sevseniz de sevmeseniz de, ölmüş olması, içinizdeki insani kronometreyi çalıştırdı ve sırtınızda soğuk bir ölüm duygusunu hissettirdi.. Çünkü VAR olduğunu bildiğiniz HERHANGİ birinin YOK olduğunu bilmek.. Okurken ne hissettiğinizi kendimden biliyorum..

            Dedemi, ismimin gerçek sahibini hiç tanımadım.. Dört kız torununun sonuncusunun doğumundan sonra ve benim gelişimden önce gitmiş kendisi.. Kendisini, kendisini tanıyan herkesin anlattığı detaylarla, adeta ekmek kırıntılarını takip eden masal kahramanları gibi izledim yıllarca..

            Bu köşe ara sıra sana değinecek dede.. Bu sadece bir başlangıç.. Ben seni hiç görmedim, sen de beni.. Ve fakat sadece ikişer dudağın arasından çıkanlarla bile seni sevmekten kendimi alamadım..

            (Tanımadan vedalaşılanlara ithafen..)

OKUYUCUDAN GELENLER:

            Gavur mahlesi nerden başlar derseniz, benim gözümde, Eskisaray camisinin karşısındaki sokaktan giriş yaptıktan sonra geleni mert yüreğiyle, saf samimi duygularıyla, delikanlıca ve sevgiyle karşılayarak başlar. Haa bir de kebapçı Memilli’nin o mis gibi kebap kokusu karşılardı. İnsanların birbirini sevip saydığı, acısını sevincini paylaştığı kocaman büyük bir aile idik. O dönemde komşusunda cenaze var iken ağlayan, düğün var iken sevinen temiz kalpli insanlar idik. Hafta sonunu iple çekerdik. Cumartesi akşamları Kara Şimşek dizisi, Pazar sabahları Uçan Kaz ve Heidi çizgi filmlerini izler, sonra da yağmur çamur demeden soluğu Biraralık İlkokulu’nun bahçesinde alırdık. Mahlelerarası maç yapardık. Ha unutmadan top sahibi sevmediği adamı oynatmazdı. Bayramda biriktirdiğimiz harçlıklarla önce belediyenin karşısında havuz başında havalı tüfeklerle atış yapıp üçte üç vurup oyuncak almayı, sonra kalan paramızla da Çidem ustanın yaptığı meşhur Adıyaman gazozunu içmeyi özledik. Belediyenin yakınındaki eski sinemada Cüneyt Arkın’ın filmlerini izlerdik. Eski bayramları özledik, dertsiz tasasız çocukluğumuzu özledik. Ne biz büyüseydik, ne de Adıyaman! Hüseyin kardeşime sevgilerle. // M. Yunus BİLİR (Beden Eğt Öğrt ve Adıyaman Basketbol İl Temsilcisi)

GÂVUR MAHLESİ/11. BÖLÜM: “SENEYE DE BİNERSİN”

O yıllarda ülkenin bütün mahallelerinde bütün çocukların kaderinde kaçınılmaz olan bir gerçeğe Hüseyin her seferinde biraz abartılı bir şekilde maruz kalıyordu: Yeni alınan ya da diktirilen giysilerin birkaç beden büyük olması!

Aboş: “Baba bunun kolları uzun yaaav!”

Babası: “La sıs! Çoğ bilon! Rahat dur Bedir emmin dorğı düzgin ölçi alsın. Emmisi sen ona bağma! Sen uzun yap seneye de giysin. Bir giydiği bir daha olmor ki zalımlara. Para yetiştiremoğ Allahıma.”

            Bu diyaloğu defalarca yaşamayan çocuk yoktur herhalde mahallede. Dünyada en çok isyan edilen ama en az sonuç alınan durumuydu birkaç beden büyük kıyafetler giymek. O dönemin çocukları kol ve pantolon paçalarını katlamada ustalaşmışlardı. Paçalar evde pantolonu çıkarıp pijama giymek için düzeltildiğinde katlanan yerlerden küçük çakıllar, bol miktarda toz, bazen de müthiş bir şans eseri oraya isabet etmiş olan bir adet çekirdek çıkardı!

            Evin büyük çocuklarının bu değişmez kaderi, küçüklerine de başka bir boyutta sirayet ederdi: Abisinin ya da ablasının eskilerini giymek. Bir giysi tamamen eskimeden kesinlikle atılmazdı. Mutlaka evin bütün çocukları o giysileri sırayla giyecek, her ölümlü bunu kesinlikle tadacaktı. Dahası, dönemin anneleri modadan anlayacak yaşta olmayan küçüklere abi ve ablalarının değişik kıyafetleriyle saçma sapan kombinler yapardı. Mesela abisinin gömleğinin üstüne ablasının süveteri gibi..

            Ayakkabı için de aynı şey geçerliydi. Misal, Hüseyin daha ilkokul beşinci sınıftayken 39 numara ayakkabı almıştı babası ona, kendisi 40 giyerken. Sebep aynı:

“Seneye de giyersin..”

            Bu kafadaki bir babadan karne hediyesi olarak beş yıldır bisiklet isteme gafletinde bulunan Hüseyin, nihayet muradına ermiş, bisikletine kavuşmuştu. Yalnız bu işte bir tuhaflık vardı, hediye kendisinden daha büyüktü. Hüseyin’in boyu bir metre, hediye 120 cm idi. İnsan karne hediyesine aşağıdan bakabilir miydi? Eyvahlar olsun, alınan bisiklet “Kırmızı Bisan”dı. Yaşıtları “bemeks”le gezerken Hüseyin içlerinde adeta bir emmi gibi takılacaktı o bisikletle.

            Tam isyan edecekken durumu anlayan babasından izahat geldi:

“Seneye de binersin!”

            Arkadaşlarının bisikletlerini kendilerinden daha güzel sürerek ustalaşmış olan Hüseyin yine de hırsla bisikleti alıp binmeye çalıştı. Baktı ki olmuyor, ayağını gövde demirinden içeri geçirerek sürmeye çalıştı. Yok, bu daha zordu. Kaldırımdan destek alarak bisiklete oturdu fakat bu defa da ayakları pedallara aynı anda yetişmiyordu. Sürmeye başladı, fakat pedal atmaya devam edebilmesi için her bir pedalın dönerek sırayla geri gelmesi gerekiyordu. Birkaç dakika sonra adeta bata çıka bir sürüş tekniğiyle bir sağa bir sola eğilerek rezil bir şekilde de olsa sürmeyi başardı. Kan ter içindeydi. Olsundu. Ne pahasına olursa olsun böyle bir bisikletle de olsa Hasret’in evinin önünden geçecek, kendisini kendi bisikletinin üstünde görmesini sağlayarak sözüm ona etkileyecekti. Etkilense ne mi olacaktı? Hiiç.. Kız kendisine gülümseyecekti! Bütün plan buydu.

            Defalarca evin önünden gidip gelmesine rağmen zalımın kızı bir türlü pencereye ya da balkona çıkmamıştı. Tam yorulup vazgeçecekken son bir gayretle bir kez daha oraya doğru sürdü bisikleti. Yaşasın! Hasret pencereye çıkmıştı işte. O heyecanla çevirmeyi unuttuğu pedallar tam da evin önünde Hasretle göz göze geldiği anda büyük bir şanssızlık eseri AYNI HİZADA durdu! Pedallardan biri birazcık daha yukarıda olsa ayağının ucuyla geriden getirip durumu düzeltebilecekti. Ama olmadı! Hüseyin minik ayaklarıyla müthiş bir çabayla pedalları arar vaziyette kızın önünden birkaç saniyeliğine geçerek gözden kayboldu. Suya ilk defa girmiş bir ördek yavrusuna benziyordu bu rezil rüsva haliyle.

            Utancından yerin dibine girse de amacına ulaşmıştı, hem de fazlasıyla. O bunu Hasret kendisine gülümsesin diye yapmıştı. Fakat gelin görün ki kız o komik tuhaf görüntüyle karşılaştığı anda bırakın gülümsemeyi, çığlıklı bir kahkahayı basmıştı! Öyle bir kahkaha ki, bütün mahalleyi çınlatmıştı!

Hüseyin bir sene o bisiklete binmedi..

>>>>> DEVAMI HAFTAYA