Gâvur Mahlesi: Gerçek Kesitler, Yorumlar ve 14. Bölüm


 Hüseyin Tepeler    13.02.2022 11:23:47  


GERÇEK KESİTLER: İDRİS TÜY

            Beyefendiliği, ağırbaşlılığı ve şık giyimiyle İdris amca, mahallenin nevi şahsına münhasır karakterlerinden biriydi. Sakin tavrı konuşmasına da yansıyan, ağır ağır ve dikkatli seçtiği kelimeleri tercih eden, son derece düzgün bir adamdı İdris amca. Hala da öyledir.

            Mesleği gereği giydiği takım elbisesini normal günlerde de üstünden düşürmeyen bu şıklık abidesi adam aynı zamanda çok da dost bir babadır. Son derece karakterli yetiştirdiği iki oğluna ve onların arkadaşları bizlere hep bir baba şefkatiyle yaklaşmış olan İdris amca, hiç birimize çocuk olduğumuzu asla hissettirmemiş, bizlerle istisnasız her seferinde kendi yaşıtı bir arkadaşı gibi konuşmayı seçmiştir. Ağır adımlarla yürüyüşünü, eksik etmediğin babacan sohbetini ve gülüşünü hiç unutmadım, unutmayacağım baba dostum, İdris amcam..

GÂVUR MAHLESİ/14. BÖLÜM: “MAROL BAHÇESİ”

            (Matematik, en ufak bir hesap hatasına bile imkân sunmayan, gerçek ve tanrısal bir bilim dalıdır. Onu sadece “aşk” alt edebilir.. Çünkü aşka göre, iki kere iki her ne kadar dört etse de, ikinin kendisi, bazen HİÇ BİRŞEYDİR!)

Mayıs sonlarında başlayan ve mahalledeki tüm kadınların çocuklarıyla beraber her hafta sonu katıldığı “marol bahçesine gidip hep beraber piknik yapmak” etkinliği, bu insanlar için olağanüstü bir öneme sahipti. Küsler barıştırılır, bol bol dedikodu yapılır, bekarlara kız bakılır, şarkılar türküler söylenir, kahkahalar eşliğinde oynanırdı. Yani bu ritüel, Adıyaman gavur mahlesi kadınları için bir anlamda adeta “Açık Hava Kadınlar Matinesi” tadında geçerdi. Saatlerce o yağlı, etli bir lezzeti olan marulları (kendi ifadeleriyle “marol”ları) bazen yemekle bazen de toz şekere bandırarak yer, onlarcasını da çok ucuza satın alıp evlerine getirirlerdi.

Seyhan: “Kız Eşhan, acı sana zahmet turşuyu uzaton mı?”

Güler: “Al bacım al çoğ tuzlu ben yiyemiyom zaten.”

Seyhan: “Sağol abla, daha Eşhan hanım duyacağ, anlayacağ da cevap verecek!”

Eşhan: “Ney ley? Güler abla bişey de şu yanındakine haa!”

Seyhan: (Suratını büzüştürüp öykünerek) “Büşöy söylö hoo.. Kulağının kirinden bizi duymor ki yanı yere gelesice, pih! Madeli!”

(Kahkahalar)

Leyla Hanım: “Hasret, kızım, beğendin mi Güler Abla’nın kısırını?”

Hasret: “Anne ben doydum.”

Leyla Hanım (O kadife gibi yumuşacık sesi ve mükemmel Türkçesiyle): “Aaa, bir şey yemedin ki kızım. Hmm.. Anladııım, arkadaşlarınla oynamak istiyorsun sen. E tamam payını ayırırım git sen..”

Seyhan: “Tabi Eşhanla oğlundan kalırsa. Şşş! İsmet! Dürüm yap lan, öyle yeme(!) Anası kılığlı!”

            “Öyle yeme!”, mahalledeki çocukların her yemekte muhakkak annelerinden duydukları, “Ekmeksiz yeme!” anlamına gelen bir uyarıydı. Aslında Seyhan abla kimsenin lokmasını sayacak biri değildi, hele de çocukların. Ama Eşhan’a bilerek sataşıyordu ve bunun sayesinde o hafta küs olan Seden ve Halime’yi barıştırmak için ikisinin de katılacağı bir kahkahayı bahane etmeyi umuyordu. Ve fakat ne yapsa olmuyordu! İkisi de her espride buz gibi suratlarıyla sağa sola bakmaktan başka bir şey yapmıyordu. Bu defa Seyhan başta olmak üzere geri kalanların işi çok zordu. Bir şekilde güldürmeyi başarsalar, hemen ikisini de kollarından tutup birbirlerine saracak, hemen sonrasında bunu alkışlarla kutlayıp çiftetelliyle taçlandıracaklardı. Ama ne fayda!

Seyhan (O sırada yanlarından koşarak geçen oğluna): “Uğııır, cigerin ağzından gele! Toz içinde bırağtın sofrayı! Kamyonun altında kalan da kanlı gömleğin bana gele!”

Güler: “Üşşş, kız allaetmesin, o nasıl beddua?”

Seyhan: “Kız yoğ abla buna da babasına da bişey olmaz! Şeytanın kağıdı bunların boynunda asılı! Hele o babası! Teneşirde kala da eti tike tike ola! Saçları önüme düşe!”

(Adıyaman kadınlarının ettikleri beddua bir gün bir senaristin dikkatini çekerse, iddia ederim, yeryüzünün en ünlü korku filmine konu olur. “DABBE 02” diye isim de buldum, hadi bakalım..)

            Leyla hanım, başlarda anlam veremediği bu sataşmaların sebebini çok kısa bir süre içinde anlamış, ortamı dikkatle gözlemledikten sonra o mükemmel zekasıyla Seyhan’ı bu zahmetten Eşhan’ı da bu eziyetten kurtaracak hamleyi bulmuştu:

“Hasreeet, gız niye çamırda oynoon? Evin yapıla! Tama hah bize güleraa!”

            Birkaç tanesini birleştirerek kurdukları o devasa sofradaki onlarca kadın bir anda donup kalmış, birkaç saniye sonra abartısız bütün mahallenin duyacağı gürültüde müthiş bir kahkaha patlatmışlardı. O anda kuşlar korkuyla ağaçlardan havalanmış, etrafta oynayan çocukları merak ve heyecanla annelerine doğru koşmaya başlamış, ve dahası, içlerinden biri, Naci, kuytu bir köşede ayakta tuvaletini yaparken o panikle fermuarının azizliğine uğramıştı. Sanki Leyla hanımın şahane bir zamanlama ve beceriyle yaptığı yöresel ağız şakası yetmezmiş gibi Naci de o halde yarı çıplak ağlaya ağlaya annesine gelince kadınlar tam kopmuş, birbirlerine vura vura dakikalarca gülmüşlerdi. Özellikle de Seden ve Halime ablalar..

            Bütün bu tantana, sadece Hüseyin ve Hasret’in dikkatini çekmemiş, hatta umurlarında bile olmamıştı, çünkü kendileri şu an dünyanın en önemli mevzusuyla, papatya falıyla meşgullerdi. Hasret, bir yerden duyduğu papatya falını Hüseyin’e de öğretmiş, sonra da ikisi, iki ıslak tarlanın arasındaki lüzumsuz otların içine sırt sırta oturmuş, ellerindeki çiçeklerin beyaz taç yapraklarını kopararak sesli ve uzun bir şekilde “Seviyoooor” daha kısık ve hızlı bir tonda “Sevmiyor!” diye hayatlarının ilk falına bakıyorlardı.

“Yaşasıınnn! Seviyooor!”

            Hasret yerinden kalkıp sevinç içinde zıplamaya başladı. Papatyanın o son taç yaprağını koparmaya kıyamamıştı. Hüseyin ise oturduğu yerde hareketsiz duruyor, donuk gözlerle son kalan iki yaprağa bakıyordu. En son “sevmiyor” çıkmıştı. Sondan ikincisini koparsa, sonuncusunun adı belliydi. Çok üzgündü..

            Hasret sevincine ortak olmayan Hüseyin’in bu durgunluğunun sebebini hemen anladı ve hiç bozuntuya vermeden elindeki iki yapraklı papatya sapını alıp bir tarafa savurdu.

“Boş ver hadi, gel koşalım, kalkıyor bizimkiler..”

            Hasret, hala oturmakta olan Hüseyin’in elini tutarak çekiştirmeye başladı. Hüseyin, kalbinin davulunu tüm gövdesinde hissederek o elin de desteğiyle yerinden kalktı ve az önce dolmuş olan gözleriyle Hasret’e baktı. Hasret Hüseyin’in elini bırakmamıştı. Bir süre öylece birbirlerine bakakaldılar. Sonra Hüseyin kaldı, Hasret kıpkırmızı yüzüyle koşarak uzaklaştı oradan..

            Aşk matematiği yenmişti.. Mutluluk denen şey tam da o anda gizliydi aslında.. Fakat, hayat birer birer tüm sevilenleri alıp götürecekti bir gün. Bu gerçek de Hasret’in bu son sözlerinde gizliydi aslında..

“Boş ver,

 Haydi

 Gel, koşalım..

Kalkıyor bizimkiler!”

>>>>> DEVAMI HAFTAYA