MEDYA VE TOPLUM
Dr. Zehra ÇOLAK 07-02-2016
Medya yapısal ve işlevsel özellikleri dolayısıyla kamuoyu ve toplum üzerinde çok geniş ve önemli bir etkiye sahiptir. Çağdaş demokratik ülkelerde medyanın bu gücü dördüncü kuvvet olarak adlandırılır ve bundan gelen denetim erki de demokratik ortamın sağlıklı biçimde yaşatılması ve sürdürülmesinde önemli bir etkendir.
Ancak ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde, toplumsal kurumlarda görünen ve hızlı ekonomik, siyasal ve sosyo-kültürel değişimlerin topunu olumsuz olarak etkilediği gelişmelerden dolayı medya alanında da önemli aksaklıklar görülebilmektedir.
Bu aksaklıkların bilinçli bir toplumsal baskı yanında ilk elde yasal düzenlemeler yoluyla düzeltilmeleri gerekmekteyse de uygulama aşamasında da bazı sorunların giderilmesinin söz konusu olacağı çok açıktır.
Demokratik ortamların sağlıklı işlemesi ve yaşatılmasında vazgeçilmez bir öğe olan medya kurumu, kamuoyu yaratılmasında halka, “doğru” ve “güvenilir” bilgileri aktarmakla sorumludur. Ülkemizde, özellikle son yıllarda medya patronajında görülen bazı olumsuzlukların, medyanın işlevsel sorumluluklarına da olumsuz olarak yansıdığı, inkâr edilemez bir gerçektir.
Medyamız elbette zaman zaman da olsa önemi görmezliğe gelinemeyecek bazı aksaklıkların topluma yansıtılmasında katkılarda bulunmuştur. Örneğin; susurluk olayına Türk medyası gerçekten de sorgulayıcı bir tavır içerisinde yaklaşmıştır. Diğer yandan bazı olaylarda ise toplumu çok ilgilendirmesine karşın medyamız “sessiz” denebilecek bir tavır sergilemiş ve adeta “Suskunluk Sarmalı”na girmiştir.
Bugün, ülkemizde yıllardan beri gazete okuru sayısında önemli bir artış ne yazık ki görülememektedir. Bunda televizyon haberciliği ya da internetin de etkisi doğ al olarak vardır. Fakat ne yazık ki daha “şehirleşme” aşamasında olan büyük kentlerimizde bile, gazete okuru sayısı çok kısıtlıdır. Bu gelişmenin ortaya çıkışında halkın ilgisizliği kadar, elbette medyanın toplumun gerçek dertlerini de dile getirememe nedeni de vardır.
Bir ünlü yazar, “gazete okumak, burjuva sınıfının sabah ibadetidir” der. Bu durumda insanları medyanın kendine bağlamasının ilk koşulu, halkın dertlerine sahip çıkması ve bunları bir ayna gibi yansıtmasıdır. Aksi takdirde medya ve toplum birbirinden habersiz iki nehir gibi kendi yataklarında akacaktır. Oysa bu iki nehrin birleşmesinden elde edilecek yarar, kaçınılmaz biçimde yine kendisine dönecektir ve bu yararın doğal olarak her iki tarafa da kazanımlar sağlayacağı çok açıktır.