Gâvur Mahlesi-15. Bölüm: “Dilek Ağacı”
Hüseyin Tepeler 03.04.2022 12:11:07
“Neyi dilediğinize dikkat edin, gerçekleşebilir!”
(Mahallenin bütün kızları hep bir ağızdan ve adeta bir ayindeymiş gibi:)
-Kıııız içinde oğlaaan eşşeek! Kııız içinde oğlan eşşek!”
Hüseyin: “Susun kız hele! Sultan, Elif, baba sizi çağırıyor..”
Hüseyin o zamanlarda yetişkin ya da küçük herhangi bir erkeğin alabileceği en büyük riski alıp, rezil olmak pahasına, karşı cinsin bir araya geldiği bir ortama girmeye cesaret etmiş, doğal olarak bu yaptığının karşılığı olarak da bu negatif ayrıştırıcı slogana maruz kalmıştı.
Gavur mahlesi kızları en az anneleri kadar çılgın, neşeli ve tuhaflardı. Hemen hemen her gün bir araya gelen bu çocuklar yine her zamanki gibi üç gruba ayrılmış, oyun ve etkinliklere dalmışlardı: En küçük yaş grubundaki kızlar, küçük bir kilimin üstünde oturarak evlerinden getirdikleri bebeklerle oynuyordu. Bu bebeklerin her birinin en az ya bir kolu, ya bir bacağı, bir gözü ya da kafası eksikti. Hatta aralarında sadece gövdesiyle kalmış olanlar da vardı. Olsundu, bu mahallede her oyuncak bir gün evin annesi cinnet halinde kendisini sobaya atana kadar yaşamını sürdürürdü.
İlkokul yaşlarındaki ikinci grup, göz ucuyla izledikleri üçüncü grubun o an yaptıklarını onlara özenerek adeta taklit eder, sanki marifetmiş gibi yaşlarından daha büyük tavırlar takınır, etkinliklere de büyüklerininkine göre karar verirlerdi.
Üçüncü grup ise o seneler için artık sokakta “oynamama” yaşı gelen ve geçenlerden oluşuyordu. Bu ekipteki kızlar, ya evden getirdikleri üç beş malzemeyle kısır yoğurur, ya henüz olgunlaşmamış üzümün koruk denilen halini taslara koyup biraz tuz ve bazen de çok az pul biber ekleyerek üstünü temiz bir bez parçasıyla kapatıp dakikalarca çalkalayarak hazırladıkları “terleme”yi, eğer koruk mevsiminde değillerse de limon tuzunu havanda döverek tuz ekleyip hazırladıkları karışımı parmaklarını ıslatıp batırarak yerlerdi. Eğer hava dışarı çıkılmayacak kadar soğuksa, evinde teyp olan herhangi birinin evinde buluşup şarkılar dinlerlerdi. En eğlenceli ekip buydu, fakat bu ekibe katılmak isteyen bir kız çocuğu önce diğer iki grupta pişmeli, sabırsızlıktan çatlamalıydı.
Hemen hemen her ailenin en az iki kızı bu üç grubun en az ikisinde yer aldığı için anneler tedirginlik duymadan kız çocuklarını sokağa salabiliyorlardı. Fakat asıl mesele, onları tekrar eve çağırmaya ikna etmekteydi. Bu durumda da “baba çağırıyor” uyarı-tehdit karışımı mesaj devreye girerdi. Bu mesaj, eve çağrılan kız çocuğuna iki ihtimali sunuyordu: ya baba gerçekten eve gelmişti, ya da anne çok sinirliydi! Velhasıl, eve dönülmeliydi.
O gün üçüncü gruptaki kızlardan biri annesinden öğrendiği bir ritüeli arkadaşlarıyla paylaştı: “Dilek Ağacına Çaput Bağlamak”. Birkaç gün önce annesiyle köy mezarlığına gitmiş, dönüşte az ilerideki bir ağaca annesinin bir çaput bağladığını ve o esnada mırıldanarak bir şeyler söylediğini fark etmiş, sebebini sorunca da bunu yapan kişinin dileğinin kabul olduğunu öğrenmişti. Bunu arkadaşlarıyla paylaşınca Elif hemen heyecanla yerinden kalktı ve:
“Hiiiii… Hadi biz de yapağ kııız! Ne oluur…”
Nurten: “Kız işimiz yok bunların köyüne mi gidecez?”
Hülya: “Ya ne gerek var alın size büssürü ağaç. Kız Sevgi, o ağaç bunlardan hangisine benzordı?”
Sevgi: “Ay ben ne bilim kız, büyüktü, dalları vardı…”
Nurten: “Allallaaaa, ciddi olamazsın, dalları vardı öyle mi?”
Sevgi: “Kız hatırlamaya çalışıyom bi dur… Hah buldum, dalları çok güzel kokuyordu. Hatta annem küçük bi dal parçasını koparıp eve getirmişti. Bu sabah yine kokladım. Nasıl bilonız mı böyle…”
Hülya: “Kız anlatacağına gidip getirsene!!”
Sevgi: “Valla ben gitmem. Gidersem annem koymaz ki geri gelim. Haticeeee! Kız gel hele bişey diyecem!”
İkinci gruptaki Hatice sokağın diğer ucundan: “Bana neey, gelmomaa, oyun oynooğ..”
Sevgi: “Uvvviş, gıcığ şey! Sen dur! Eve gidek ben sana bilom!”
Hülya: “E gelin o zaman, madem kokulu bir ağaç, buluruz.”
Nurten: “Ne yani şimdi ağaçları mı koklayacaz?”
Hülya: “Hee, ne var? Sen gelme! Kız buna dilek milek yoğ!”
Nurten: “Zıkkımın dibi! Ben eve gidom..”
Birkaç dakika sonra mahallenin eşek kadar kızları, sanki başka ileri yokmuş gibi büyük bir ciddiyetle tek tek bütün ağaçları koklamaya başlamış, her değişik kokuda Sevgi’yi çağırıp onaylamasını istemişlerdi. Sevgi bir o ağaca bir ötekine koşmaktan yorulduğundan olsa gerek, cılız bir yabani incir ağacının dalını da koklayınca:
“Tamam, işte buydu sanki..”
Hülya: “E hani büyüktü? Koğordı?”
Sevgi: “Demek ki bunlar büyüyünce mi öyle olor, şimdi ne bilim, belki de…”
Hülya: “Ey ey tamam neyse hadi, getirin şu bezi, yırtın bölüştürün hele..”
Yedi sekiz kız Elif’in dişiyle kesip eliyle çekiştirerek yırttığı “terlemiş” bezin parçalarını paylaşmış, teker teker ağacın dallarına asarak dileklerini tutmuşlardı. Hasret de onlara katılmış, büyük bir ciddiyetle bu ritüeli yerine getirmiş, hatta o kadar odaklanmıştı ki koşarak oraya gelen Hüseyin’i fark etmemişti bile.
“…Hadi kız, baba kızaraa! Susun kız! Sizsiniz eşşek! Hasret hariç.. Şeyy.. Yani.. Haket ne yaponız böyle deli gibi? (Yerden bir bez parçası alarak) Çaput çiğnorlar, şunlara bak!”
Hasret: “Dilek ağacıymış bu. Bezi bağlayıp bir şey dileyince gerçekleşiyormuş!”
(Kahkahalar)
Hüseyin “baba çağırıyor” derken aslında yalan söylemişti, amacı bir süredir anlam veremediği bu tuhaf davranışların sebebini öğrenmek, e bir de tabii ki Hasret’e yakınlaşmaktı.
Kızlar oradan uzaklaşınca Hüseyin elinde o çaputla kalakaldı. Biraz düşündükten sonra sağa sola bakıp kimsenin izlemediğinden emin olunca bezi Hasret’in az önce seçtiği dala bağladı ve dileğini tuttu. Tam da o anda Hasret hemen yanında bitiverdi(!)
“Ne diledin, söyle bakiiim?”
“Hiç, ne dileği, ben..”
“Ben de..” Hüseyin’in yanağına küçücük bir öpücük kondurup hızla uzaklaştı oradan.
“Gel,
Yine,
Sen,
Ne olur
Gel de
Dileğimden tut beni..”