Gâvur Mahlesi-16. Bölüm: Musa Amca’ya Mektup..
Hüseyin Tepeler 17.04.2022 12:21:08
“Sevgili amcacığım,
Nihayet adresini öğrenebildim. Hemen sana bu mektubu yazmak istedim. Ahh, o kadar özledim ki seni.. Anlatamam. Seninle birlikte film izleyip sonra da replikleri günlerce tekrarlayıp her seferinde kahkahalar atmayı, kitaplığındaki o büyüleyici kitapları bana okumak için her açtığında aldığım o şahane kokuyu, çaldığın sazı, türkü okuyan sesini, söylerken gözlerini kapatmanı, şiirlerini.. Saymakla bitiremem özlediğim güzelliklerini.
Sen bana her şeyini anlatırdın. Ben de sana. Yine öyle yapacağım ve bu mektupta sana sen gittikten beri buralarla ilgili düşüncelerimi özetlemeye çalışacağım:
Amca biliyor musun, ben artık buraya taşındığımız için ağlamıyorum. Annem de öyle. Alıştık galiba. Hatta çok mutluyuz da denebilir. İyi ki taşınmışız bu şehre, özellikle de bu mahalleye. Gavur mahlesi diyorlar buraya hatırlarsın. Adını mahalledeki kiliseden ve Hristiyan mezarlığından alıyormuş bu sokaklar. Bir zamanlar öyle denmiş, sonra öyle de kalmış, yoksa her türlü insan var buralarda. Açıkçası ben pek çözemiyorum kimin ne olduğunu. Türk olanlar su gibi Kürtçe konuşuyor, alevi olanlar oruç tutuyor, Ermeniler kurban kesiyor, herkes herkese gidip geliyor, çok tuhaf. Daha önce sık sık taşınmak zorunda kalmıştık fakat bu kent ve bu mahalle gibisini hiç görmedim. Herkes birbirini çok seviyor.
Burda herkes çok komik. İşleri güçleri, şey, ne diyorlardı, hah buldum: yavanlık! Kadınlar çok komik mesela. Konuştukları zaman birbirlerinden nefret ettiklerini zannedersin ama kocalarından daha çok seviyorlar birbirlerini. Kocalarını zaten pek sevmiyorlar galiba. Geçen gün mesela, şeye çok şaşırmıştım, Hüseyin’le biz televizyon izliyorduk, ses çok yüksekti diye annesi herkesin içinde “Babanızın sesini kısın!” diye bağırdı, öteki kadınlar da kahkahayı bastı. Sonra Seyhan teyze mahalleye yeni taşınmış ve yeni evli bir kadıncağıza “Eee bacım, senin köppek ne yapıyor?” diye sorunca şok oldum. Yeni gelin, gülüşmeler içinde sağa sola bakıp “Valla idare ediyoruz be abla..” diyebildi. Düşünebiliyor musun, “Sen nasıl kocama öyle dersin” ya da “Mutluyuz yahu” diyemedi. Deseydi zaten kesin dışlanırdı bu ekipten. Çünkü hepsinin ortak özelliği kocalarından tiksinmeleri galiba. Ya da böyle davranmayı marifet sayıyorlardır belki, kim bilir..
Bu kadınların bir özelliği de hastalık hastası olmaları. Birbirlerine ilaç ikram eden mi dersin, birinin gittiği doktora gitmek için kocasıyla tartışanı mı dersin, Eşhan teyze mesela, biz ne zaman onlara gitsek yazmasını şerit yapıp hemen başına bağlıyor.
Sana arkadaşlarımdan da bahsetmek istiyorum. Kızlarla pek anlaşamıyorum, birkaç tanesi hariç geri kalanları çok sıkıcı geliyor bana. Erkeklerle oynayınca da kimse bana bir şey demiyor ama genellikle alay konusu olmamak için benden uzak duruyorlar. Hüseyin hariç.. Şimdilik bu kadar..
Amca kızmayacağını biliyorum ama yine de utanıyorum, şey diyeceğim, bak gülmek de yok tamam mı, şeyy, ben aşık oldum galiba bu çocuğa. Neyse yine yazarım ben sana.
Şimdi çıkıp Hüseyin’le bizim arka bahçedeki kurbağaları yakalayacağız. Çok bağırıyorlar, babam da rahatsız olup bize bağırıyor sonra. Onları yakalayıp Orman Binası’nın bahçesine atacağız. Madem ki oradaki parka biz giremiyoruz, kurbağalar girsin bari. Hadi çok iyi bak kendine.
Amca, zarfın içine benim için çok özel olan bir şeyi de koyacağım. O karanfili geçenlerde Hüseyin vermişti bana. Kitabımın içinde kuruttum onu. Sen de ayraç gibi kullanır, her sayfada beni hatırlarsın. Çok okuyorsun ya hani, hep aklında olurum, fena mı?
Sen de bana yaz olur mu? Oraların deniz kokusunu koy zarfın içine, dalgaları da, yosunları da koy..
Seni çok seven küçük aşkın, prensesin
Yeğenin Hasret”
Hasret’in amcası, hepimizin Musa Abi’si, ameliyatı için bir süredir İzmir’de kalıyordu, bu durumu mektupla abisine bildirmiş, mecburi fakat geçici olarak yerleşik hayata geçtiği için nihayet kendisine ulaşılabilecek bir açık adres bırakabilmişti. Hasret de hemen aynı gün heyecanla yukarıdaki satırları yazıp yollamıştı amcasına.
Musa Abi kendisine eşten dosttan gelen bütün mektupları ve en sevdiği kitaplardan birini alıp sahildeki Pasaport Kahvesi’ne gitti. Çayından ilk yudumu aldı, hemen ilk olarak Hasret’in mektubunu açıp okumaya başladı. Gözleri her satırda biraz daha buğulanıyor, arada nefesini düzeltmek için durup sakinleşip daha sonra okumaya devam ediyordu. Mektubu bitirdikten sonra karanfili alıp kokladı ve o eşsiz gülümseyişiyle etrafa baktı. O gülümseyiş önce gülüşe, sonra da göz yaşı eşliğinde serseri bir kahkahaya dönüştü.
Etrafındakiler Musa’nın bu hareketlerine anlam verememiş, homurdanarak O’nu izliyorlardı. Musa tıpkı Hasret’in istediği gibi kuru karanfili ayraç niyetine kitabın arasına iliştirdi, bunu yaparken göz ucuyla en son okuduğu satırlara tekrar bakıp sonra da gözlerini silerek gülümsemeye devam etti. Neden mi bu kadar gülmüştü?
Çünkü..
O gün evden çıkarken yanına her zamanki gibi en sevdiği kitaplardan birini, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in bu şiir kitabını almıştı. Ayracı koyduğu sayfadan birkaç dize, mucizeleri tesadüf sayanlara başkaldırır, onları dize getirir nitelikteydi:
“Öyle bir yerdeyim ki
ne karanfil ne kurbağa
Bir yanım mavi yosun
Dalgalanır sularda..”
>>>DEVAMI HAFTAYA