Gâvur Mahlesi/20. Bölüm: Adıyaman Kalesi’nde Bir Prenses


 Hüseyin Tepeler    12.06.2022 12:50:37  


Seyhan: “Güler abla akşam gelonız de mi?”

Güler: “He anam he haa! Bin kere söyledima, ne sorup duruyon?”

Seyhan: “Bak bu sefer bizim yanımızdaki masaya oturuna! Torpilli yere gidonız öyle ayrı gayrı olmor!”

Güler: “Bacım ben ne yapim benim elimde mi sanki? Şeyhmus abin belediyede çalışıyor ya, onları ön masalara alıyorlar, bana ney ben buraya oturmam mı diyim herife?”

Seyhan: “Acı o zaman söyle bari bizi sizin arkanızdaki masaya alsınlar.”

Güler: “Ben biliyom zaten senin derdini..”

Seyhan: “Yok abla yav. Yalanım varsa yarına çığmayim, a bu cığara gibi yanim! Maksat sizle bereber eğlenek. Yoksa Kahtalı Mıçey kimin umrunda?”

Güler: “Haah! Şimdi anlaşıldı. Kız haket Mıçey mi varmış bu akşam?”

Seyhan: “He valla. Oranın kemancısı bizim herifin bibisinin oğlı ya, o söylemiş. Bir de güçük bir sanatçı çıkacakmış, Neşecik mi ney..”

(Seyhan’ın oğlu Uğur aniden bahçe duvarının üstünde belirerek: )

“Annea! Baba seni çağıror!”

Seyhan: “Uyş! Ödüm koptu! (Terliğini fırlatıp) Allah seni elimden ala! Niye duvardan gelon, ne sen olan ne baban! Yiri eve git gelom ben biraz sonra!”

            O yılların en büyük yaz eğlenceleri Adıyaman Kalesi’ndeki çay bahçesinde bazı akşamlar tertiplenen konserlerdi. Genellikle yerel sanatçıların katıldığı bu organizasyonlarda çok nadiren ulusal çapta isimler de yer alırdı. Kahtalı Mıçı ise o günlerden bugünlere hem yerel hem ulusal çapta meşhur bir sanatçı olarak boy göstermiş büyük bir sanatçıdır.

            Kale akşamları, bütün ailelerin adeta bir düğün ya da bayram günüymüş gibi hazırlandığı, babaların kravatlı takım, çocukların gıcır gıcır elbiseler giydiği, annelerin ise çocuklarının şaşkın bakışları arasında beceriksiz makyajlar takındığı çok özel etkinliklerdi. O akşamlar sanatçılar yuvarlak ve renkli lambalarla süslenmiş olan beyaz bir platforma çıkıp şarkılarını söyler, seyirciler ise her aileye ayrı ayrı hazırlanmış ve sahneye yaklaştıkça gizlice protokolleşen masalarda eğlenirlerdi. Belediye başkanı ve encümenlerin masalarından sonra sırasıyla belediye personeli, zengin iş adamları, muhtarlar ve halkın masaları yer alırdı o çay bahçesinde.

Güler: “Eeey. Bırak şimdi çocuğa bağırmayı. Mahalleden kimler geliyor bu akşam söyle hele..”

Seyhan: “Nurten gil gelor, Eşhan gil geloor, hımmm bi de kimdi, Aşey’le kızları gelor, herifi kaçağa gitmiş yine, evde dururlar mı?”

Güler: “Seyhan kıız, acı ne var şu bizim Leyla gile de söyleyek, yazığ, onlar da gelsin..”

Seyhan: “Valla bilmom ki abla, Leyla’nın annesi gelmiş bugün, zor ki geleler.”

Güler: “Ney?? Kız niye baştan söylemiyon? Hadi gel gidek bi hoşgeldin diyek kadına, ayıptır!”

Seyhan: “Haydin gidek..”

(Nok nok nok nok)

“Kim o?”

Seyhan: “Biziz yavrım, anan evde mi?”

(Kapı açılır)

Leyla Hanım: “Aaa, hoş geldiniz, bu ne güzel bir sürpriz, buyrun girin içeri..”

Güler: “Yok bacım rahatsızlık vermeyek şimdi. Gözün aydın? Annen gelmiş?”

Leyla Hanım: “Evet abla sağolasın. Yatıyor içerde. Malum, yol yorgunu..”

Güler: “E o zaman biz hiç rahatsız etmeyek gendisini. Bi hoş geldin diyip gidecektik zaten..”

Leyla: “Aaa olur mu öyle, buyurun gelin lütfen.”

Seyhan: “Başka zaman artık komşum, geliriz yine. Biz aslında seni şeye davet edecektik.”

Hasret: “Güler teyze, sizde ataç var mı? Öğretmenimiz istedi de..”

Güler: “Oy kurban olsun teyzesi o kadife sesine. Bilmiyom kızım varsa gönderirim sana.”

Leyla: “Kızım ne yapacaksın sen ataçı? Senin defterin düzgün zaten, gerek yok ki!”

Hasret: “Ama anne..”

Güler: “Tamam kızım tamam, söylerim varsa getirirler.”

Hasret: “Sen zahmet etme teyze ben hemen koşar gider isterim Hüseyin’den.. Şey yani.. Sizin kızlardan..” (Hızla ayakkabısını giyip koşmaya başlar.)

Güler: “Çocuk işte.. Neyse, ne diyorduk, akşam kalede konser var, bütün mahalle orda olacaz. İsterseniz siz de gelin, ben size de yer tutarım önlerden. Annen de eğlenir hem. Demi Seyhan?”

Seyhan (biraz somurtsa da onaylamak zorunda kalarak): “Hı? He ya! Cümbür cemaat eğleniriz işte. Fena mı olır? İki göbek atarız senle!” (İşaret parmaklarını ıslatıp ve ellerini silah gibi birleştirip şıklatarak) Şakk! Şakk!

Güler: “Öhö öhhö! Bak işte bizimki şimdiden başladı, sen hesap et artık..”

Leyla (Gülerek): “Tamam abla, bakarız, valide sultan uyansın da, sorup haber gönderirim sana.”

(O sırada Güler ablaların evinin kapısında)

Hüseyin: “Ataç mı? O ney?

Hasret: “Ya hani defterlerin kenarına..”

Hüseyin: “Haa, ataşı diyon seen. Bende var bitane dur getirim.”

            Hızla içeri giderek çantasından defterini çıkardı. Defterinin köşesine tutturduğu ataçı yerinden çıkararak kapıya yöneldi. Bütün bunları o kadar hızlı bir şekilde yapmıştı ki, ister istemez içerdekilerin anlamsız bakışlarına maruz kalmıştı. Hatta evin içine müthiş bir sessizlik egemen olmuştu.

“Al, getirdim. Bu var sadece.”

“Ayy Hüsom çok teşekkür ederim, öğretmenim istedi diye. Yoksa..”

            İkinci cümleye geçecekken ilkinde ağzından kaçan o kelimeyi fark edip duraksadı ve sonra hızla uzaklaştı oradan. Hüseyin buna mı yansaydı, içerdekilerin de büyük ihtimalle duymuş olmasına mı, bilemedi. Utana sıkıla az önce apar topar bir köşeye attığı defterini ve çantasını alarak odaya gitti. Ve fakat orada hemen fark edeceği bir detay, kendisini asıl utandıran şey olacaktı. (Bkz: Yazının sonundaki şiir)

            Akşamleyin hemen hemen bütün mahalle Adıyaman Kalesi’ndeydi. Leyla hanımlar hariç. Şimdilik..

Leyla Hanım davet edildikten bir süre sonra kızı Hasret’le kendilerinin de konsere geleceğinin haberini göndermişti. Fakat Hasret utancından Hüseyinlerin kapısını çalamadan geri dönmüş, annesine de haberi ilettiği yalanını söylemişti. Ve bu yüzden saat kaçta gidileceğini de öğrenememişlerdi. Bu O’nun annesine söylediği ilk ve son yalan olacaktı.

Derken konser başladı. Tam sanatçı sahneye çıktığı anda patlayan alkışlar, yeni gelen bir ailenin en önde belediye reisi ve ailesi için ayrılan boş masaya yönelmesiyle kesildi. Hayır sevgili okuyucu, bunun sebebi o masaya başka birilerinin oturacak olması değil, Hasret’in uzun boylu, sarışın, mavi gözlü, şahane güzelliğiyle anneannesiydi..

Adıyaman Kalesi’ni o akşam “bir gül gibi al ve narin, bir su gibi saydam ve sakin” dünya güzeli bir prenses zapt etmişti..

Hasret: “Anneanne, ne oluyor, neden herkes bize bakıyor? (Gözleri dolarak) Anneanne?? Anneanne?”

“Hı? Efendim kızım, çok gürültü var burda duyamadım, ne dedin Hasretim?”

Hasret: “Ohh, yok bir şey anneanne..”

 

“Sayfamdan ayrılan

Ataçtan kalan

Senden ayrılan

Bende kalan

Aynı şey:

Paslı bir yalan..”