GÂVUR MAHLESİ/22. BÖLÜM:” DİLENCİ DUASI”


 Hüseyin Tepeler    19.07.2022 11:26:34  


(ÖNSÖZ: Bütün dünyası başına yıkılır mı insanın, yıkılır.. Bir istikamete doğru giderken, bırakın yönünü saptırmayı, gerisin geri götürür mü bir şey insanı, Allah şahit, götürür!

            İki haftada bir, ama öyle ama böyle beni zorlayan, iyi ki de bunu yaptığı için bazı zamanlar son gece son anda bana hikâyemi yazdırtan, beni ve kalemimi bu anlamda “her şeye rağmen” ayakta tutan Ferhat Vural pirim, gönlüne ve Kur’anî vicdanına mazhar olduğum adam, gönlünün güzelliğine sığınarak bir şey yapacağım bu yazıda, müsaadeni aldığımı farz ediyor, başlıyorum! Hikayeye “hesapta olmayan, zamansız” bir bölüm ekliyorum çünkü!)

Dilenci: “Alla rızası için bi sadaka..”

Eşhan: “Kim oouu? Kimsın dayii?”

Dilenci: “Kızım Alla rızası için bi sadaka..”

Eşhan: “Yoğ dayi yoğ, hadi..”

            O gün mahalleye bir dilenci dadanmış, herkesi adeta ve iyi ki canından bezdirmişti..

Dilenci: “Alla rızası için bi sadaka..”

Leyla: “Amca, hayırdır, ya ne bu hal, gel içeri bakiyim, dinlen önce, iyi misin?”

Dilenci: “Yok kızım işim çok daha, çocuklar bekler, sana zahmet.. Şey.. Bir tas su verir misin bana?”

Leyla: “Aaa, ne demek amcacığım, ama lütfen buyur içeri gel..”

Dilenci: “Gelirim kızım, ama bugün değil, sen suyu getir de..”

Leyla: “E tamam madem, n’apalım.” (İçeri yönelir.)

Yaşar Bey (Oturduğu yerden gazetesini katlayıp): “Hayırdır hanım, kim o gelen?”

Leyla: “Yaşlı bir di.. Şey yani.. Amcanın biri, çok susamış da..”

Yaşar Bey: “Eee? Alsaydın ya içeri? Ayıp olmuştur adama şimdi..”

Leyla: “Sordum Yaşarcım sordum, gitmesi gerekiyormuş hemen..”

Yaşar Bey: “Allah Allaaah.. Neyse, sen diyorsan.. Canım benim.. Nasıl da telaşa düştü şuna bak.. Kız var ya, bin kere şu dünyaya gelsem yine senle evlenirdim!”

Leyla: “O nerden çıktı şimdi, dur oyalama şimdi beni, amcayı bekletmeyelim şu Adıyaman sıcağında..”

(Dışarı gidip kapıda kimseyi göremeyen Leyla Hanım)

            “Gördün mü Yaşar Bey, beni lafa tuttun, adam gitmiş..”

(Bir dakika sonra..)

Dilenci: “Allah rızası için bi sadaka!..”

Seyhan: “Allah versin dayı! Sen benden zenginsin..”

Dilenci: “Kızım niye öyle diyorsun? Keyfimden mi dileniyorum, bari en azından şu atıma bir kova su getir..”

Seyhan (Biraz mahcup): “Kızma dayı kızma, tamam getirom..”

(Seyhan elinde kovayla dışarı çıkınca..)

            “Allah Allaaah, nereye gitti bu herif?”

(Daha sonra)

Dilenci: “Allah rızası için bi sadaka..”

Güler: “Hoş geldin halo, gölgeye gel hele, bu sıcakta ne işin var böyle zokağlarda? Aç mısın toğ musun?”

Dilenci: “Tokum kızım sağolasın, varsa bir bardak soğuk suyunu içerim, çocuklar beni bekler, evde yiyecekleri yemek yok, sana zahmet…”

Güler: “Ne zahmeti amca dur hemen geliyom!”

            (Zaten kıt kanaat geçinen bu ailenin annesi Güler, derhal içeri gitmiş, her zamanki el çabukluğuyla yaşlı dilenci için ekmek arası bir şeyler hazırlamış, yanına da bir sürahi buz gibi ayranla tepsiye indirmişti. Evin bir köşesinde yarım çuval buğday, biraz mercimek, biraz da nohut bulunmaktaydı. Hepsinden ayrı ayrı poşetlere doldurup tepsiyle beraber kan ter içinde dışarı çıktı, fakat…)

            “Ee? Nereye gitti adamcağız?”

(Dilenci sokaktaki son evin önüne geldiğinde Ayşe Teyze (Huçe Aşey) bahçede minderin üstünde oturmuş, bir leğenin içinde havuz keyfi yapan küçük oğlunu seyrederek eğleniyordu. Çocuğun ara sıra ellerini suya çarparak kendisini ıslatmasına da o şahane kahkahalarıyla karşılık veriyordu.)

Dilenci (Kürtçe): “Kızım, çok hastayım, Allah aşkına yardım et, çok yoruldum..”

Ayşe Teyze: “Oyy, evim yana, gel dayı gel. Muraaaat! Gel oğlum yardım et bize!”

(Ayşe Teyze ve büyük oğlu derhal yarı baygın haldeki bu yaşlı dilenciyi bahçedeki ağacın altına serdikleri minderin üstüne uzattılar. Murat, annesinin isteği üzerine gidip içerden kolonya ve havlu getirdi. Dilenci biraz soluklandıktan sonra Ayşe Teyze onu bahçedeki musluğa götürüp yüzünü yıkayıp kuruladı. Tekrar yerine uzattıkları adamın ellerine, boynuna ve yüzüne kolonya dökerek rahatlamasını sağladı. Adamcağız artık iyice kendine gelmeye başlamıştı…)

Ayşe Teyze: “Dayı sen bu yaşta bu sıcakta niye kendini yoruyorsun, serinlikte çıksaydın ya?”

Dilenci: “Sorma kızım, mecbur kaldım. Torunum çok hasta, annesi babası yok, iki sene önce trafik kazasında öldüler, ilaçlarını alacağım, mecbur bu akşama kadar para bulmam lazım..”

Ayşe Teyze (Gözyaşlarını tutamayarak dizlerini dövdü ve): “Ovv, kurban olurum, sıkıntı değil dayı, hele sen önce bizim oğlanla içeri git, kendine ordan yeni bir üst baş al, hangisi sana oluyorsa giy, sonra gel fırına yemek verdik, şimdi çıkmıştır, iki lokma yemeğini ye, a giderken de şu yüzüğümü al, işini görür, sonra eline para geçerse getirirsin, yoksa da canın sağolsun…”

Dilenci (Gülümseyerek): “Yok kızım yok, ben böyle iyiyim, seni denedim, aslında gerek yoktu, senin kimseyi kapıdan çevirmediğini biliyoruz, sadece görmek istedim…

Ayşe Teyze: “Dayı şakanın zamanı mı? Böyle gidemezsin, bırakmam valla..”

(Dilenci az önceki halini unutturacak bir dinçlikle ayağa kalkıp doğruldu ve artık biraz daha genç görünen o nur yüzünden eksik etmediği şahane gülümseyişiyle…)

“Allah senin ne muradın(!) varsa versin!”

Ayşe Teyze (Şaşkınlıkla karışık hayranlığı ve aslında nasıl bir mucizeye tanık olduğunu fark ederek): “Verdi zaten dayı, daha ne isterim..” (Bunu derken önce o sevimli, dünya tatlısı küçük oğluna, sonra da büyüğüne baktı, güzel yürekli Murat’a..)

            Dilenci önce Ayşe’ye sonra da Murat’a gözleri dolu ama gülümseyen bir ifadeyle baktı, ve sonra, hepsinin şaşkın bakışlarıyla tozlaşarak ortadan yok oldu..

(Not: Gerçek olaylardan esinlenerek kaleme alınmış olan bu hikâye, kapısını herkese açması ve dilencileri asla geri çevirmemesi ile tanınan rahmetli Ayşe Bilgiç annemize ve kısa bir süre önce dünya kapısından çıkan ama asla yüreğimizin kapısından dışarı çıkarmayacağımız oğlu, abimiz Murat Bilgiç’e ithaf edilmiştir. Hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum..)