24 Temmuz Basın Bayramı
R. Ferhat VURAL 24.07.2022 12:22:49
“Meşrutiyet'in ilan edildiği 24 Temmuz 1908 günü gazeteciler, yayıncılar olağanüstü bir dayanışma göstererek gazetelerine, matbaalarına görevlerini yapmaya gelen sansür memurlarını içeriye sokmamışlardır. Ve ertesi gün ilk kez gazeteler sansürsüz yayınlanmıştır. Bu olayın yıldönümü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin 1948 yılında aldığı kararla Basın Bayramı olarak ilan etmiştir.”
24 Temmuz Basın Bayramının kısa tarihçesi böyle.
Bu tarihin üzerinden 114 yıl geçmesine rağmen, hala basının üzerinde otokontrol, sansür, mobbing devam ediyor. Tek parti döneminden çok partili hayatta geçtiğimiz 1950’li yıllara ve günümüze kadar. Her iktidar kendi medyasını palazlandırmaya kendinden olmayanı dışlamaya, kendisini eleştireni bitirmeye çalışmıştır. Şu özeleştiriyi de yapmamız lazım. Medya da o kadar masum değildir. Gün gelmiş kendini yasamanın, bazen yürütmenin, çoğu zamanda yargının yerine koymuştur. İktidarları dizayn etmeye çalışmıştır. Hele 12 Eylül sonrası gazeteci olmayan sermaye ağalarının medya sektörüne girmesi medyanın ruhuna Fatiha okutmuştur. Neden derseniz, sermaye sahipleri medya organlarını diğer şirketlerinin ihale, pazarlama, kredi vb işlerini yürütmek için paravan olarak kullanmışlarıdır. Halkın haber alma hakkını değil de şirketlerini büyütmeyi tercih etmişlerdir. Dünden bugüne medya patronlarına ve sahip oldukları şirketlere bakmanız yeterli.
Medyanın gerçek işlevi, ulusalda da yerelde de bu değildir, olmaması lazımdır. Medyanın asıl görevi haber değeri olan, halkın sorun ve sıkıntılarını dile getirmesidir. Gazeteci kamuoyu adına habercilik yapar. Bir nevi sessizlerin sesidir. Nerede bir sorun varsa bu sorunu belgeleriyle birlikte haberleştirip yetkililerin görmesini sağlayan bir ulaktır.
Peki bu işler böyle mi yapılıyor?
Maalesef bir gazeteci olarak cevabım hayırdır. Ne ulusal ne de yerel medyada bu işler usulüne uygun yürümüyor.
Ulusal medyada sözde gazeteciler halkın sorunlarını dile getirecekleri yerde, kendilerine yakın gördükleri partilerin sözcülüğünü yapmayı tercih ediyorlar. Tarafsızlık, objektif gazetecilik sadece lafta.
Yereldeki gazetecilik ise evlere şenlik. Liyakat ehliyet sıfır. Bu işi yapanların çoğu gazetecilikle ilgili akademik bir eğitim almadıkları gibi kendilerini yetiştirmemişte. Hatta çoğunun meslekle ilgili bir kitap dahi okuduklarını sanmıyorum. Bunu yazıp çizdikleri bir paragraflık yazılarından anlıyorum. Bazı muhteremlerde, Halk Eğitim Merkezinin açtığı kursta ortaokul diplomasını zar zor alıp profiline “Gazeteci-Yazar” yazdırabiliyor. Kimi de sosyal medyada bir iki paylaşımda bulunup belediyenin ve kurumların kapısını çalarak para dileniyor.
Bir kısmı da, şuradan buradan bir baskı parasını toplayıp gazete basarak “gazeteciyim” diye siyasi partilerin, STK’ların ya da valiliğin yolunu tutuyor. Söyledikleri mealen şudur “çok iyi yıkama yağlama yaparım, yeter ki para verin, reklam verin, abone olun.”
Bazıları ise bu mesleğin itibarını ayaklar altına almıştır. Adamın haberi olmadan haberini girer, reklamını girer, gazeteyi kapısına bırakır bir süre sonra da fatura yollar. Parayı almazsa tehdit ve şantajda bulunur. Sürekli ahaliden bu ve benzer şikayetleri almıyor değiliz.
Türünün en tehlikelileri de gerçeklerden uzak, halkın gündeminden kopuk, manipülasyon peşinde koşanlardır. Toplumda kangren olmuş sorunları gündeme taşıyacaklarına, muktedirlerin dezenformasyon haberlerine alet olurlar. Halkın tabiriyle “bir dürüm” karşılığında.
Sonuç olarak medya, ne bireysel işlerini yürütme ne şirketin işlerini takip etme, ne egosunu ne de aşağılık kompleksini tatmin aracı değildir. Hele pembe surata pudra çalan bir makyöz hiç değildir.
Gazeteci muktedirlere yalakalık yapmaz. Yanar döner değildir. Herkese yeşil ışık yakmaz. Kırmızı çizgileri vardır, değerlerinden taviz vermez. Haksızlığa kafa tutar, meydan okur, mazlumun feryadı, haksızın isyanı, dilsizin çığlığı olur…
Sağlıcakla kalınız