Gâvur Mahlesi/2. Perde
Hüseyin Tepeler 18.09.2022 11:31:25
24. BÖLÜM: “AŞKIN GÖZÜ”
Selçuk: “Ne bilim olım, Hüseyin gelsin hele, bi de ona sor.”
Naci: “La olım siz de bi tutturmuşsunuz Hüseyin de Hüseyin! Haşa Allah mı la bu adam? Adam gibi bi soru sorduk, bişey söyleyin de okula gidek hemen, ders başlor. Matematikçi iflahımızı keser valla.”
Selçuk: “Niye gıcığon olım? Adam senden benden iyi bilor bu işleri. A gelor bak..”
Hüseyin: “Nidonız gençler? Abdin heyir mi olım pijamayla çıkmışsın dışarı?”
Abidin: “Sana ney la? Bak bilonaa!!”
Selçuk: “La adam sünnetli, keyfinden mi giyor sanki?”
Hüseyin: “Ne sünnetmiş arkadaş, on gün oldu hala iyileşmedi adam. Bir hafta etekle dolaştı, a şimdi de pijama geyinor. Haket bu pijama şey değil mi la?”
Abidin (Telaşla) : “Neyse ney olım bak Naci sana bişey soracak!”
Hüseyin: “Dur hele dur şimdi, bu senin sünnet eteğin değil mi? Anan o etekten sana pijama mı dikti?”
Abidin: “Seninki dikti olım, bizimki ne anlar? Evvelsi gün hani…”
Hüseyin (gülerek): “Hele neyse neyse. Eey.. Naci Bey? Derdin ne yine? Öznur hanıma açılamadın mı daha?”
Naci: “Hıı? Nasıl yani? Sen nerden bilon? Selçuk, hep sena! Söyledin demi?”
Selçuk: “Parça pincik olim ki ben demedim, kan kardeşimi satar mıyım olım ben? Gendisi anlamıştır, bu yoğ mu.. Şeytanaa..”
Hüseyin: “Olım bunda anlaşılmayacak ne var, adam iki aydır her gün çıkışta okul önü itleri gibi beklemor mu? Belli ki aşık..”
Abidin: “E peki kızın kim olduğunu nerden bildin?”
Hüseyin: “Küçük bi istihbarat çalışması diyelim..”
Selçuk: “Allahını seversen.. Söyle yav..”
Hüseyin: “Olım geçen Çarşamba Naci okulda kimden dayak yidi?”
Selçuk: “Kıddik boylıdan? Şu Edebiyatçı yok mu hani, Hataylı.. Demi la? Şş, Naciyo?”
Hüseyin: “Hı? Hee, işte şey oldu.. Naci o hocanın dersinde bigün bi şiir okumıştı ya, ben o zaman dikkat ettim, ilk harfleri Öznur’du, demi la? Yalan mı?”
Naci: “He.. Şey.. Öyleydi..”
Abidin: “Yalanın bata ha! Şiir o kadar kısa değildi bi kere!”
Hüseyin: “Olım soyadını da yazmıştı ha, onu mu hatırlayacam şimdi?”
Selçuk: “La Hüseyin nasıl dikkat ettin yav, valla helal olsun..”
Hüseyin başta herkesin bildiğini zannederek başladığı lafını toparlayıp değiştirmek zorunda kalmış, Abidin’in her zamanki gıcıklığına (ki bu huya o yörede “fısmırilik” denirdi) rağmen, Naci’nin kalbini istemeden de olsa kırma ihtimalini hemen oracıkta havaya savurmuştu.
Olayın aslı şuydu: Geçen Çarşamba Hüseyin okulda nöbetçi öğrenciydi. Sınıfının beden eğitimi dersine nöbetin denk gelmesi doğal olarak canını sıkmış, fırsat bulduğu ilk anda binanın arkasından dolanarak arkadaşlarıyla top oynamak için görev yerini terk etmişti. Adet olduğu üzere arka bahçede üst sınıflardan abiler gölgelik yerlerde masumca (!) muhabbet etmekteydi. Biraz ilerledikten sonra okulun iki serserisinin alt sınıflardan bir çocuğu tekme tokat dövdüğünü fark etti. Birkaç adım daha attıktan sonra dayak yiyen çocuğun bizim Naci, dövenlerin de Öznur’un abisiyle arkadaşı olduğunu fark etti ve hızla olay yerine doğru koştu. Serserilerden birine tüm gücüyle bir tekme indirdikten sonra ötekini boynundan kavrayıp yere yatırdı. Nerdeyse nefessiz bırakacak kadar sıktıktan sonra iki yumruk atıp oracıkta bıraktı. Hüseyin normal şartlarda o yaştaki gençlere kafa tutacak kadar güçlü sayılmazdı. Fakat söz konusu dostları olduğunda, adeta gözünü kan bürürdü.
Hüseyin: “Ya hele neyse, konuya dönelim şimdi. Ne oldu Naci? Ne soracaktınız bana?”
Naci: “Baboş mevzuyu bilon. Şimdi bu kız bence bana boş değil. Ben bugün ona teklif edecim. Diyom ki şimdi, gendim mi konuşim yoksa sınıftan bi kızla mı haber verim gendisine?”
Hüseyin: “Gasteye ilan ver!”
Naci: “Olım dalga geçme yav..”
Hüseyin: “Ne dalgası ya? Gidip adam gibi açılsana kıza? Ne karıştırıyon milleti? Ya he ya yok..”
Naci: “Eyle mi diyon? Nasıl yapim ya? Mektup mu yazim?”
Hüseyin: “Şiir yaz.. Ciddiyim bak.. Ama saçmalama! Sonra git ver ve de ki: Öznur, bu sana yazdığım son şiirim. İlkini biliyorsun zaten. Ama istersen ikisinin arasına binlercesini daha eklerim.”
Abidin ve Selçuk: “Vaaaaay…”
Naci: “Ney? Ne diyim? Hele bi susun yav.. Ne dedin?”
Hüseyin: “Dur dur yazayım şuraya bi yere, unutursun sen yine.. Hımmmm.. İşte oldu.. Unutma ha!”
Naci: “Tamamdır.. Çok sağolasın yav. Hadi. Gençler, gecikiyoruz! Hüseyin sen gelmon mı?”
Hüseyin: “Yok valla. Babamı ziyarete gidecez. Bugün açık görüş var..”
(Gençler dağıldıktan sonra arkalarından bakan Hüseyin tam eve doğru yola koyulacakken yan komşunun balkonundan: )
“Çok güzel bir yalandı!”
Hüseyin: “Ne? Sen de kimsin? Bizi mi dinliyordun?”
“Şiirle aran iyi sanırım.”
Hüseyin: “Yok ben yardımcı olmak için.. Sana ne ya?”
“En sevdiğin şair kim?”
Hüseyin: “İşine bak Allah’ını seversen. Başka bir eğlence bul kendine..”
Söylediğine kendisi de şaşırmıştı. Ne demek “eğlence bul”? Hüseyin ki büyük küçük herkesin hayranlığını kazanmış, müthiş zekası ve yakışıklılığıyla havasından geçilmeyen gözde bir karakterdi mahallede. Şimdi pencereden kendisine seslenen bu kızın zekasına ve güzelliğine tutulmuş, hatta hayatında ilk defa kendisini aciz hissetmişti.
“Sezen benim adım..”
“Memnun oldum, (fısıldayarak) deli midir nedir!”
“Bekle dur, bir şey getireceğim sana..”
“(İçinden) Gözümü alabilsem, giderdim de.. ”
Sezen içeri gidip en sevdiği kitaplardan birinin bir sayfasını yırtarak iki kez katladı ve pencereye döndü.
“Al sana ilk şiir!”
Kâğıdı aşağı atıp hızla içeri döndü. Hüseyin yerden aldığı sarı saman kâğıdını açtı ve orada şu dizeleri buldu:
“Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar, boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!” //Ömer Hayyam
>>> DEVAMI HAFTAYA