Gâvur Mahlesi/2. perde-26. bölüm: “mutsuzluğun resmi”


 Hüseyin Tepeler    18.12.2022 11:38:36  


“Selçuk, olım şu Fatoş gilin üst katına yeni taşınanlar kim? Bilon mı?”

            Hüseyin nihayet Sezen’e duyduğu ilgiyi en yakın dostuna açık etmişti. Selçuk ise daha sorunun ilk kelimelerinden itibaren gideceği yeri hissetmiş, sonraki her kelimeyi ise yüzünde “ha şöyle, yola gel, bak artık inkâr edemiyorsun değil mi?” manasına gelen sırıtmayla kafasını öne arkaya yavaşça sallaya sallaya dinlemişti.

“Vallaa.. Şimdi.. Bilmom ki.. Söylesem mi?..”

            O güne kadar bu ince mevzularda beton gibi bir tavır sergileyen Hüseyin’in ilk defa teslim olmuş bu halinin tadını çıkarıyordu adeta.

Hüseyin: “La kurzula kurt! Adam gibi cevap ver. Yavan!”

Selçuk: “Olım hani sen Hasret’ten başkasını ömrünün…”

Hüseyin: “Yav ne alaka şimdi? Merak ettim, hadi lan çatlatma adamı!”

Selçuk: “Söylerim ama bi Elvan gazozunu alırım!”

Hüseyin: “Elvan pahalı olım, Şehir diyorsan alırım, yoksa da zukkumun kökünü iç!”

Selçuk: “Sarı kola o zaman! Taam?”

Hüseyin: “La ey ha, tamam!”

Selçuk: “Bunlar Ankaralı bir aile. Babaları Almanya’da işçiymiş heral. Anneleri öğretmenmiş, buranın bir kövüne tayini çıkmış.  Hikâye bu. Ha bir de amcaları burda hapiste miymiş neymiş..”

            Selçuk’un bölük pörçük anlattığı hikâyeye hiçbir anlam veremeyen Hüseyin:

“La bilmece gibi anlattın ha! Sana soranda kabahat.. Neyse ben şu bizim Yıldız’a bi sorayım, onun arası iyi bizimkiyle..”

“Vey heeey, bizimki ha?”

“Olım bak aramızda ha, bizim gençlere bişey deme, maymun ederler beni!”

“Merak etme, o iş bende yigenim.”

            Selçuk eğer bir cümleyi Şener Şen gibi tonluyorsa kesin altından bir pislik çıkardı. Bundan adı gibi emin olan Hüseyin:

“E gel hadi tamam bi Elvan iç de kendine gel.”

Selçuk: “Ha şöyle..”

Hüseyin (Yüzü kızarmış, gülümseyerek): “Şerefsiz!”

            Dünyanın en masum rüşvetini teklif eden Hüseyin, bu sayede Selçuk’u kısa bir süre de olsa susturabileceğini, ama bunun o kadar da işe yaramayıp beraberinde yeni rüşvetler getireceğinden adı gibi emindi. En kısa zamanda kendisi de Selçuk’un bir açığını yakalamalıydı. Derken..

Abidin: “Ömer amca kolay gelsin, bişmiş yumurta var mı? Vaay, genşlaar, afiyet olsunaa..”

Selçuk: “Aha basıldık. Geldi bizim çillek.”

Hüseyin: “Abdin olım bigün de evinde kahvaltı yap, anan sana yimek vermor mı?”

Selçuk: “Uyanamor ki beyfendi, bak hele dükkânı da açık kalmış yine. Fermarını çek olım!”

Abidin: “La anca ha, nidim.. Siz nidonız ya bu vakitte? Okula geç kalacaz hadi zıkkımlanın şunları da gidek.”

Selçuk: “Abdin, olım acı iki yımırta da bana al ha..”

Abidin: “Bak işte, bela birdi iki oldı. Bu da Barış gibi beleşçi olmış..”

Hüseyin: “La yok nerde, Barış gibisi var mı? Adam bedava dayak bulsa yine yir!”

Bakkal Ömer: “Haket o köpeğe söyleyin bizim şüşeleri getirsin, yoksa babasına söylerima. Gerçi babası da andi gendisi gibi. Bunlar niye böyle yau? Dünyenedi oğlu dünyenedi! Geçen de…”

Hüseyin (Sadece Selçuk’un duyacağı şekilde): “Allaaah, başladı yine, hadi olım susmaz bu şimdi.. Neyse, Ömer amca, kolaları bizim hesaba yaz, derse geç kaldık, hayırlı işler! Hadi Selçuk!”

            Abidin arkadaşlarının arkasından “Durun la nere gidonız, beni de kurtarın!” manasında bir bakışla kalakaldı. Eyvahlar olsundu. Ömer Abi elinde Abidin’in verdiği 100 liralık banknotla muhabbetine kaldığı yerden devam etmekte, Abidin ise para üstünü beklediği için elinde yarım somun ve iki haşlanmış yumurtanın olduğu poşetle mecburen Ömer Efendi’nin lafının bitmesini bekleyecekti. Ve bu da Abidin’in ilk derse kesinlikle geç kalması anlamına geliyordu.

            Selçuk ve Hüseyin bunu bilerek yapmışlardı. Bir yandan koşar adım uzaklaşırken bir yandan da dönüp dönüp Abidin’in bakkaldaki haline bakıp birbirlerini dürte dürte onu işaret ediyor, abartılı kahkahalarıyla da tüm sokağı inletiyorlardı. Nefesleri kesilmiş bir halde durup soluklandıkları bir sırada tam da sakinleşmişken Hüseyin bombayı patlattı:

“Bana mutsuzluğun resmini yapabilir misin Abidin?”

            Selçuk ilk anda Hüseyin’in müthiş kahkahasına eşlik etse de espriyi tam anlamamış olduğu için kahkahayı yarıda kesip sadece gülümsemekle yetindi. Hüseyin hala gülüyor, bir yandan gözlerini silerken bir yandan da Selçuk dışında sokakta birinin daha güldüğünü duyup sesin geldiği yöndeki balkon ve pencerelere bakıyordu. Üçüncü kahkahanın sahibini tabii ki de Sezen’den başkası değildi..

            Selçuk önce Hüseyin’e, sonra da Hüseyin’in bir türlü gözlerini alamadığı yöne bakıp Sezen’i fark ederek arkadaşına şöyle fısıldadı:

“Yav bizimkine de sevmek mi denir?”

>>> DEVAMI HAFTAYA