Gâvur Mahlesi/2. Perde-27. Bölüm: “Bunu Saymom & Mihriban!”


 Hüseyin Tepeler    08.01.2023 11:12:41  


(Gavur Mahlesi’nin bu ve bir sonraki bölümü yazarın biraz da merak uyandırma kaygısıyla, birleştireceğini vaat ettiği, birbiriyle hiç alakası olmayan iki hikayesinin iki ilk yarısından oluşmaktadır..)

*********************************************

“Teslim ol!!”

                Çocuklukla gençlik arası yaşlar (belki sadece birkaç ay, belki de yıllar) ikisinden de daha karmaşık, ikisinden de tutarsız ve fakat ikisinden de daha değerli anlardan ve anılardan oluşur.  Çünkü bir yanı hala “hata yapabilme” lüksünü sürdürmek isterken kişinin, bir yanı “kusursuzluğa” göz diker! Etraftakiler de bazen “hadi ama, büyüksün artık” bazen de “yok olmaz, küçüksün daha” diyerek bu dengesizliğe çanak tutarlar. İşte her birimizin içinden geçtiği bu gerçeğin bilimsel adı: “Ergenlik Dönemi”dir. Hüseyin, kaç zamandır sağ olsun Sezen hanımefendi sayesinde bu dönemi iki hatta dört kat zor geçirmekteydi. Çünkü Sezen onun çocuksu hallerine en olgun tabiatıyla, yaşından çok olgun tavırlarına ise aşırı laubali şekillerde müdahale etmekteydi.  O’na mı neydi? Sezen buydu, Hüseyin’den vazife çıkarmakta üstüne yoktu. Şimdi gazetemin yayın müdürü Ferhat Abim kızacak yine: “Hocam, biraz daha sade, anlaşılır ifadeler kullanın lütfen” diyerek.. Tamam o halde bu paragrafı şöyle özetleyeyim: Sezen’in işi gücü Hüseyin’di!!

Sezen: “…Yakaladım seni! Kaçamazsın, eller yukarı!”

                Hüseyin ve kendisi kadar artık eşek kadar olmuş arkadaşları kalıplarından utanmadan sokakta kovboyculuk oynuyorlardı.

Hüseyin (kızgın ama anlamsızca gülerek): “Haydaa, kız bela mısın sen başıma?

Sezen: “Evet?”

Hüseyin (beline tutulan tabancayı eliyle hafifçe ittirerek, ama bir yandan hala gülen yüzü ve gülüşünün sesine yansımasıyla): “Ya git işine Allah’ını seversen, bak bizimkilere maymun etme beni!”

Sezen: “Güldün, bu bana yeter, hadi ben gidiyom..”

Hüseyin: “Manyağa bak, gülmüşüm, ben ondan değil..”

                Neden açıklama yapma gereği duyduğuna kendisi de anlam veremedi Hüseyin’in.. Ama duyuyordu işte.. Bir şeyler bu kıza her şeyi anlatma isteği büyütüyordu Hüseyin’de.. Her şeyi! Bu arada yapmaya niyetlendiği açıklama da şuydu: Hüseyin’in çok tuhaf bir, hani denir ya, tik, yani tuhaf bir refleksi vardı: Gülerken kendisine dokunulduğunda deli gibi gülerdi. Bunun dışında O’nu güldürmek öyle her babayiğidin harcı değildi.

Naci: “Eller yukarı!”

Hüseyin: “Haah, aman ha, hiç bi fırsatı kaçırma, bana ney olım, bunu saymom!”

                Kovboyculuk, “patalı” diye tabir edilen silahların mermisiz halleriyle oynanan, saklambaç diye bilinen oyunun biraz daha can acıtan bir versiyonuydu. “Ebe” diye tabir edilen bir kişi gözlerini yumar, saklanır ve/veya pusuya yatar, birkaç saniye sonra gözlerini açtıktan sonra gördüğü kişiye silahını doğrultarak önce “Dışın, dışın!” diye ateş eder, sonra da konumunu tarif ederdi. (Bazen de bu efekti pisliğine “Bukumuye, bukumuyeee” diye yapanlar da olurdu. Özellikle de parası olmadığı için oyuncak silah alamayıp ellerini birleştirip işaret parmaklarına namlu süsü verenler ya da silahlı yavanlar!!..)

Abidin: “Naci, olım hızze içme*! (İmalı ve pis bir surat ifadesiyle) Adam gendini kaybetti, görmedin mi? Bu sayılmaz!”

Ergün: “Neyini sayılmaz olım? Kırcik mi oynoğ?”

Abidin: (Yine o bir şeyleri ima eden ve gizleyemediği o salak surat ifadesiyle): “Olım anlayın işte, sahaya yabancı bi madde girdi, gol sayılmaz!”

Erdal: “La olım bi saattir ağaca sarılıyom, sizin keyfinizi mi bekleyecez, Abdin ne sen olan ne yabancı madden, a de bu neydi şimdi adam gibi söyle!”

***************************************************************

(TAM DA O ANDA..)

(Üst ve dip not: Bu yazıyı okuyan herkesin, yazar dâhil, yazının yazarına dava açma hakkı, bizatihi yazar tarafından desteklenecektir!)

                Tarih boyunca bu coğrafyada her nesil bir sonrakini olumsuz yönde eleştirmeyi kendisine hak görmüştür. Ve fakat, aslında her önceki nesil bir sonrakine göre daha kötüdür. Abartarak pekiştiriyorum: DAHA VİCDANSIZDIR, DAHA KÖTÜDÜR!

Sinan: “Abzer dayı, yav bişey diyecem, bu kadar çocuk mezarı var burda, yazık günah, üstüne basa basa geçiyoruz, bunlar kimin bilen yok mu?”

Abuzer Dayı: “Vardır tabii de şimdi..”

Sinan: “Dayı keşke bi imkan olsa da DNA testi yapıp hepsinin adını koysalar..”

Abuzer (Her zamanki komik üslubuyla, zamparalığıyla meşhur babasını kastederek): “Şşş, sus olum şimdi bunların çoğu bizim Obbo’nun çocuğu çıkar, başımız bela girer!”

                Toplum hafızası çok tuhaf işler bu taraflarda.  Adıyaman unutan hafızasıyla tezlere konu olacak kadar acayip bir yöredir. İşine geldiğinde küçücük bir detayı her an muhatabının yüzüne vurur, işine gelmediğinde ise en büyük günahları bile saklar, hiç olmamış gibi davranır ve hatta hatırlatanı şizofrenik bir bünyeye kavuşturur, büyüler, yutar!

                Adıyaman’da (Samsatlılar hariç) her aile köken olarak şaibelidir. Bunu kendisini Kürt veya Türk addeden, birbirini “gundi” veya “aboş” diye gömmeye çalışan her iki tarafın da akil veya akıllı bireyleri destekleyeceklerdir. Ama mevzumuz bu değil.. Eskiler.. Gevendeler ve Ermeniler.. Sıkı durun!

>>> DEVAMLARI HAFTAYA