Gâvur Mahlesi/29. Bölüm: “Anne, Hüseyin Ağlıyor!”


 Hüseyin Tepeler    20.08.2023 11:59:29  


(6 Şubat 1993)

            Okuldan gelir gelmez televizyonun karşısına uzanmayı o dönemki her çocuk gibi Hüseyin de çok severdi. Bu masum haylazlık, çoğu zaman tam da en tatlı yerinden uykuya dalacakken, kardeşlerinden birinin “Kalk yemek hazır!”, “Hadi Hüseyin ekmeğe git!” gibi uyarıları ya da annesinin “Bak gözlerin kapanıyor, uyuyacaksın” yorumuna Hüseyin’in homurdanarak itiraz etmesiyle yarıda kalırdı. Nadiren de kimse seslenmez, biraz şekerlemeden sonra yemeğin kokusu ve sofra telaşının o bilindik sesleriyle kendiliğinden uyanırdı Hüseyin.

            O gün bu böyle olmadı..

Eski mahalleden Ayşe Teyze ve kızı Hülya misafirliğe gelmiş, her zamanki gibi koyu ve çok keyifli bir sohbetin ardından ev sahiplerinin ısrarlarına dayanamayıp akşam yemeğine kalmışlardı. Televizyon odası dar olduğu için sofra salona kurulmuş, bu yüzden Hüseyin unutulmuştu.

Elif: “Ayy, anne, çocuğu uyandırmadığ kız, hiç unuttuğ bak! Pih!”

Hülya: “De boş ver kız, uyusun, kalkınca yer.”

Ayşe Teyze: “Üşş, tama günaha, acıkmıştır zavallı. Kız kaldırın kaldırın. Elif, hadi kızım..”

Güler Hanım: “Hülya kızım sana zahmet sen de o yanındaki ekmekleri sofraya sar ki kurumasınlar.”

            Akşamüstü uykuya dalıp gün battıktan sonra uyanmanın yarattığı geçici travmayı tecrübe eden herkes bilir ki, normalde insan bünyesi karanlıkta uykuya dalıp gün ışığıyla gözünü açmaya alıştığı için bunun tam tersini yaşayınca insanın kendine gelmesi epey zaman alır. Hatta o gece tekrar uyuyana kadar bu sersemliği kolay kolay üstünden atamaz kişi.

            Elif sofradan kalkıp televizyon odasına yöneldi. Elleri yağlı olduğu için dirseğiyle kapıyı açmaya çalıştı fakat bu yarı beceriksiz hamlesi kapı kolunda bir mancınık etkisi yarattığı için kapı kolu hem müthiş bir gürültüye hem de Elif’in dirseğinde dayanılmaz bir acıya sebep oldu.

“Şakk!!”

            Çok büyük bir gürültüyle uyananlar o anda yaşadıkları muazzam korkudan dolayı saatlerce kendilerine gelemeyebilirler. Hüseyin de adeta kurşun gibi gelen bu sesle yatağından sıçrayarak doğrulmuş, ıslak ve şaşkın gözleriyle etrafına bakmaya başlamıştı. Evet, uykusunda ağlıyordu.

            Rüyasında sevdiği birinin öldüğünü görenler bilirler. Uyandıklarında neyin gerçek neyin rüya olduğunu anlamak birkaç saniyeyi, o ölenin aslında hayatta olduğunu içselleştirmeleri birkaç dakikayı alır.  Çoğu zaman gerçek dünyayı algılamaya çalıştıkları bu sürede de ağlamaya devam ederler, hele de rüya çok gerçekçiyse.. Hatta çok ilginçtir, bu rüyaların etkisi bazen yıllarca, bazense ömür boyu sürer..

Elif (Dirseğini ovalayarak): “Uıyşş.. Kolum gitti.. Kağ kurbaniy, yemeğin soğumasın, kağ..” diyerek tekrar salona yöneldi. “Anne, Hüseyin ağlıyor..”

            Gürültülü ortamda uykuya dalan insanlar bazen orda konuşulan şeyleri bazen de kişileri rüyalarında misafir ederler. Etraftaki uyarıcılar bazen şekile şemale bürünerek rüyada vücut bulurlar. 

Güler Hanım: “Hüseyin, oğlum iyi misin?”

Hüseyin (Adeta hıçkırıklara boğularak, kesik nefeslerle) : “Anne.. Annem.. Çok kötüydü.. Çok.. Sen.. Elif.. Hülya.. Herkes.. Adıyaman yanıyordu..”

Güler Hanım: “Geçti oğlum, geçti, oy ben ölima.. Hadi elini yüzünü yıka sofraya gel.”

            Yemeğin üstüne uyumak keyiflidir, fakat uykunun kalitesini bir hayli düşürür. Aç karına ve susuz uyumak ise, ki herkes muhakkak yaşamıştır, en rahat yatağı bile huzursuz, daracık bir dikenli bahçeye dönüştürür.

Hüseyin: “Yok anne, uyuyacam, çok uykum var..”

Güler Hanım: “Tamam oğlum, dur üstüne bir örtü getireyim..” diyerek yan odaya gider.

            Soğukta uyuyanlar, hatta kışın uykuda üstünü biraz bile olsa açık bırakanlar çoğu zaman büyük kabuslara davetiye çıkarırlar. Hatta havanın soğuk olmadığı mevsimlerde bile gece uykuda görülen kabusların sabahki muhabbetlerde herkesçe konulan teşhisi “üstünü açmak”tır.

Hüseyin: “Gerek yoktu anne ya, üşümüyom ki..”

Güler Hanım: “Öyle deme oğlum, uyuyanın üstüne kar yağar..”

(Tam 30 yıl sonra, Hüseyin’in bu hikayedeki kabusu maalesef gerçekleşti. Sabaha karşı vuran deprem, yerin altında kalan on binlercemizi günler boyu karanlıkta, bombalanmış gibi enkazlarda, yalnız ve çaresiz, sevdiklerinden habersiz, büyük gürültülerin içinde günlerce süren, aç susuz ve hiçbir bünyenin kaldıramayacağı bir soğukla, biz yerin üstündekileri de içimizde bir daha hiç sönmeyecek bir ateşle oracıkta bıraktı. Adıyaman, yandı..

Hüseyin o yemeği yiyemedi.. Annesi, Elif ablası, Hülya ve daha nice sevdiklerinin üstüne kar yağdı..)

(BU YAZI 6 ŞUBAT DEPREMİNDE YİTİRDİĞİMİZ CANLARIMIZA BİR SAYGI DURUŞU, O GÜNDEN BERİ VAR OLAN, GİTMEYEN, İÇİMİZDEKİ ATEŞE VE ÜSTÜMÜZDEKİ BUZA BİR İSYANDIR. O GÜNDEN SONRA KALEMİ SUSTU, FAKAT YAZARIMIZ ARTIK KAHRAMANLARINI YÜREĞİNDE OLDUĞU GİBİ HİKAYESİNDE DE YAŞATMAYA KARAR VERDİĞİ İÇİN, “GAVUR MAHLESİ” DEVAM EDECEK.. UYUMAYACAM ANNE!)