Çalış Dostum Çalış..


 R. Ferhat VURAL    08.12.2024 08:55:28  


İnsanın hayatında iz bırakan anılar vardır. Bu anılar USB'ye (uzun süreli bellek) kaydedildiğinde kolay kolay unutulmuyor. İlkokulu köyde ortaokul ve liseyi Kâhta’da okudum. Her gün 10 km yürüyerek köyden Kâhta’ya ne sıkıntılarla okuduğumuzu nasıl unutalım!

Rahmetli Anne ve Babamın okuma yazmaları olmadığı gibi, Türkçe de bilmiyorlardı. Babam, askerlik anılarını anlatırken okuma yazma bilmediği için yaşadığı sıkıntıları dile getirir aynısını yaşamamamız için mutlaka okumamız gerektiğini söylerdi.

70’li yıllardı, köyde (Mülk köyü) yaşıyor ve çiftçilikle uğraşıyorduk. Elektrik yoktu gaz lambası vardı. Bugünkü gibi her çocuğun kendisine ait odası yoktu, 8 kişi aynı odada yatıyorduk. İlkokulu bir önlük, koca 5 yılı da tek kalem ve bir defterle bitirdiğimi bugün gibi hatırlıyorum. Hele siyah önlüğün eskiyip nasıl beyazlaştığını unutmam mümkün değil!

İlkokulu bitirdik diploma alacağız ama meğer o güne kadar nüfusa kaydımız yapılmamış. Öğretmenimiz “Gidin nüfus cüzdanınızı getirin öyle diplomanızı vereyim” demişti. Rahmetli Babam beni ve arkadaşlarımı da alarak şehre (Kahta) götürmüştü. Önce arzuhalci ‘den bir dilekçe yazıp öyle nüfus müdürlüğüne gitmiştik. Ve arzuhalcinin Babama dönüp “Hacı emmi çocukları kaç yaşında yazalım” sorusuna Babam “kafana göre yaz, sakalı çıkmadan askere gitsinler sakal tıraşı askerde başlı başına bir sorun” dediğini de yine bugünkü gibi hatırlıyorum. Neyse kimliklerimizi çıkarıldı ve o kimliklerle diplomamızı aldık. Şimdi ortaokula kaydımızı yapabilirdik.

Rahmetli ağabeyim velim olarak beni Kâhta lisesine yazdırdı. Artık ortaokul öğrencisiydik. Naylon denilebilecek bir takım elbise ve eski bir kravat ile kostüm tamamlanmıştı. Benimle birlikte o dönemde okula kaydını yaptıran 2 kişi daha vardı. Ahmet Saray İmam- Hatip’e, Ömer Aslan da Ortaokula. Her ne kadar soyadlarımız farklı olsa da ikinci göbekten amcaoğluyduk. Üçümüz her gün köyden Kâhta’ya yürüyerek okula gidip geliyorduk. Yediğimiz içtiğimiz -bazen hariç- ayrı gitmezdi. Ekmeğimizi, harçlığımızı paylaşıyorduk. Bazen hariç dedim çünkü Ahmet’in rahmetli anası Ahmet’e yemiş verir ve yemin ettirirdi, “Tek başına yiyeceksin, başkasına verirsen sütümü sana helal etmem” diyordu. Ahmet de o yemişi tek başına yemek için ya bizden 50-100 metre geride veya ilerde yürürdü. Tabi biz anlardık durumu, bişey demezdik. 

Üç arkadaş köyden (Mülk köyü) Kâhta’ya her gün sabah gidip akşam dönüyorduk. Hele kışın el ve ayaklarımız resmen buz tutardı, kışlık elbise, kaban, mont ne gezer! Bugünkü gibi vasıta da yoktu, tesadüfen bir traktör denk gelse ne ala yoksa tabana kuvvet. Bir diğer sorunda parasızlıktı. Sıcacık bir pideyi alıp duyasıya yemeğe hasrettik. Bazen köyden bişeyler (boyam kökü, yumurta vs) getirip şehirde satıp harçlık yaptıysak o gün bizim için bayramdı. Hele ekmeğin arasına bir parça halka tatlı koyduk mu gel keyfim gel. Dersler deseniz çoğu boş geçiyordu doğru dürüst öğretmen yoktu. Bazen sadece sınav yapmak için birkaç haftalığına ilkokul öğretmenleri gelir derse girer sınav yapardı o kadar. Tüm bu olumsuzluklara rağmen okuma hevesimizi hiçbir şey kıramıyordu. Yerde bir gazete parçasını bile bulsak alıp okuyorduk.

Bugünkü gençlere baktığımda imreniyorum. Yaşadığımız döneme göre her türlü imkân var, kitap kırtasiye malzemesi istemediğin kadar, yeter ki okusunlar önlerine seriyoruz. Bilgiye erişim çok kolay, okul burnumuzun dibinde olmasına rağmen servisle gidilip geliniyor. Bu kadar imkân olmasına rağmen maalesef kitap okumuyorlar. En önemlisi okuma hevesleri yok. Yaptıkları en iyi şey bol bol test çözmek.-ki okullarda da tavsiye bu yönden ya- Neredeyse tüm çocukların elinde akıllı telefonlar ve o telefonlarda zamanın çoğunu sosyal medyada geçiriyorlar.

Peki, bilgi çağını yaşadığımız bu zaman da okumayan bir nesille nereye gidebiliriz? Kitaptan bilgiden ilim ve irfandan uzaklaşan toplumların başına neler geldiğini her gün haberlerden izliyoruz. Bilgiyi ellerinde bulunduran devletlerinde dünyaya nasıl hükmettiklerini!

Keşke evimize, arabamıza kısacası maddiyata yaptığımız yatırım kadar bilgiye, kültüre, kitaba yatırım yapsaydık. Sadece test çözen değil okuyan, araştıran, öz güvenini kazanmış, ayakları üzerinde duran, dogmalardan uzak, aklını başkasının emrine kiraya vermeyen bir gençlik.

Son olarak genç dostlarıma, Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in şu özlü sözünü hatırlatarak bu haftaki yazımı noktalamak istiyorum.

 " Çalış genç arkadaşım çalış, namerde muhtaç olmak ölmekten beterdir."

Sağlıcakla kalın