EMPERYALİZM’İN MİRASI: SEKÜLERLEŞME, DEMOKRASİ VE DESPOTİZM 2
Mustafa ÇATLI 18-03-2018
Orta Doğu’da sekülerleşmenin kökeni bölgedeki Avrupalı emperyalist yayılmadan kaynaklanır. Bu bağlamda emperyalizm sadece askeri işgal değil aynı zamanda siyasal, ekonomik ve kültürel hâkimiyetin bütün biçimlerini de kapsar. Buna ek olarak emperyalizmin yabancı ülkelerdeki kurban ve yönetilenler üzerindeki etkisini de göz önünde tutmalıyız. Sömürü gerçeği yani “Büyük Oyun ”un izleri üzerinde yoğunlaşmalıyız. Arendt bürokrasiyi “Büyük Oyun” yayılmasının örgütlenmesinde anahtar bir unsur olarak görür.
Emperyalist yönetim altında bulunan siyasal yapının uyguladığı şiddet ile devlet daha çok bir şiddet ve cezalandırma makinesi haline gelir. Devlet, özelliklede ordu ve polis gibi gücün resmi kurumları ile tanımlanabilir. Burada siyasetin konusu sadece baskı araçlarının ayarlanıp dağıtılması ve toplumsal dokunun yönlendirilmesidir. Devletin görevlendirdiği yöneticiler ise aslında hiçbir değer taşımazlar. Sadece güç politikaları bağlamında düşünülerek şiddet uygulayan birer memurdurlar.
Siyasal yapının toplumsal tabandan yabancılaşması “Siyasal Elit” ile geniş toplum katmanları arasında doğal olarak ortak bir dil ve iletişim imkânı bırakmaz. Emperyalist projede yönetilenler sadece üzerinde gücün uygulandığı alan olan “Halk ”tır. Yönetilenler siyaseti yapmaktan çok onun sonuçlarının bir alıcısı olarak kabul edilirler. Bu yüzden, yöneten ile yönetilen arasına konan mesafe “YÖNETMEK” olarak algılanır. Sömürge sonrası dönemde de, siyasi elit ile toplumsal tabanı arasındaki ilişki biçiminde önemli bir değişiklik olmaz. Tek değişiklik, yabancı yöneticililerin yerini “Yerlilerin” alması olur. Modernleşme ve sekülerleşme sürecinde emperyalist devlet ve onun takipçisi olan ulus devlet, toplumu bürokrasi ve asker-polis kurumları ile boğmaktan başka bir şey yapmadı. Bu yüzden sekülerleşme, toplumsal uyumun alt yapı ve mekanizmalarının tahribatını tamamlayan ve aşırı merkezileşmiş devlet gücü tekelinin çıkarına uygun bir projeyi ifade eder.
Emperyalist projedeki coğrafi yayılma gerçeği, halkın kendi tarihinden mahrum bırakılma gerçeği ile yüzleşmez. Bu özellikle Orta Doğuda söz konusudur.
İslam dünyasında sekülerleşme projesi emperyalist etkiye bağlı olduğu için, toplumsal temelden yoksun bırakılmış ve kısıtlanmış bir “Elitin” doğuşu ile yakından ilgilidir. Sömürge sonrası dönemde, batılı eğitim sistemi ve uluslararası ekonomik sistem yoluyla yetiştirilen bu elit, taşra ile merkez arasındaki bölünmeyi çok iyi gösterir. Merkez kendi güç ve yönetim araçlarının birikimi ile merkeziyetçiliğini güçlendirir. Taşra güç, zenginlik ve kendi “dilinden” mahrum edilerek “marjinal bir konuma” itilir. Bu yüzden sekülerleşme, batılı hermenotik (yorum) sistem, dil ve kültürü yaratan sömürgeleştirmenin bir çocuğudur.
Türkiye’de radikal Kemalist sekülerleşme modelini uygulayan seküler elit, İslam toplumunun sosyo-kültürel geleneklerinden radikal bir ayrışmaya giderken, toplumun derinliğindeki gerçekliğin beklenmedik bir tepkisiyle karşılaşmıştır. Dolayısıyla sekülerleşme süreci toplumun tümünü temsil etmekten uzak bir avuç batılı elitin projesidir. Bu azınlık sadece kendi toplumsal çevresinden yabancılaşmakla kalmadı, aynı zamanda toplum ile sürekli bir çatışma içine girdi. Devlet ve resmi kurumlar kitleleri yönlendirmek için birer araç olarak kullanıldı. Bu yüzden ısrarlı ve sürekli sekülerleşmenin bir baskı ve organize şiddet aracı olan devletten ayrı düşünülmesi zordur. Sanıldığı gibi sekülerleşme siyasal çoğulculuk ve demokrasiyi değil aksine baskıyı ve marjinalliği ortaya çıkarmaktadır. Özellikle coğrafyamızda daha çok dinlendirilen demokrasi ve sekülerleşme gibi doğrudan birbiriyle bağlantılı olan kavramlar sömürge kültürünün taşıyıcısı ve mirası kavramlar olduğu, despotizme hizmet ettiği gerçeğini asla unutmamalıyız.